Sevgili BirMilyonKalem;
Genç arkadaşım Sare, akşam üstü mesajları getirdi. Benim için okuyucular o kadar çok yazı yazmışlar ki, yattığım yerden kalkmak, oynamak geldi içimden.
Ah Şebnem Hanım, asmasının yeşilleneceği, çekirdeksiz üzüm salkımlarının süsleyeceği çardağın altında ben de sizinle çay içmek isterim. İnanın kameriya’ma nazar deydi. Bir yaptırdım, iki gün oturamadan hastalandım. Kem gözlere şiş! Ne diyeyim…
Ben mücadelemi ediyorum Serdar Bey valla inanamıyorum. Ne mücadelesi! Ben ıslak kedi yavrusu gibiyim. Tabiî ki İsveç’i görmek isterdim. Tıpkı tek başıma çantamı omzuma asıp Fransa’ya, İtalya’ya, İsviçre’ye gittiğim, birçok yer gördüğüm gibi. Ama ne yazık ki şimdi burnumun ucunu görecek halim yok. Geleceğime söz veremem. Eğer söz verirsem sözümü tutmak isterim. Öbür tarafa gidersem eğer, sözümü tutacağım derken, sizlerin korkmasına neden olurum anlayacağınız.
Dostluklarınız, mesajlarınız neş’emi yerine getirdi. Bir de şu ağrılar olmasa sivrisinek gibi vız vız! Öf ama! Yeter yahu! Biraz soluk alın be ağrılar!
Ah Münir Bey nasıl izlemeyim televizyonu. O saçmalık dolu bültenler beni öfkelendiriyor. Hırslanıp iyi olmaya çalışıyorum. Baksanıza şu politikacılara. Seksenine geliyorlar, hâlâ meydanlarda turp gibiler. Yattığım yerde hayal kurmak yetmiyor. Ben şu odada olmak yerine dünyaya açılmak istiyorum. Tabi arada bir moralimi bozacak parazitler oluyor televizyonda. Benim televizyondaki favori dizim “BEZ BEBEK”. Bayılıyorum ona.
Sevgili Aykız; ablanızın ve eşinizin bu hastalığı yendiğine çok sevindim. Darısı başıma ne diyeyim.
Küfürbaz küçük Şaika’ya sevgiler ÇOCUK.
Hemen yeni yetmelerin küfürlerini öğrenmeye başlayacağım ki ona cevap verebileyim. Mesela “OHA” dan başlayabilirim. Yoksa bu da mı eskide kaldı.
Admin’e diyeceğim ki bir odanın içinde yalnızca dışarı bakarak, hayal kurarak zaman geçer mi? Dünyaya açılan bir pencere televizyon. Yabancılar da dahil pek çok kanal var. Ve ben çerçeveli olmayan bir özgürlük istiyorum. Filmlerinin ne olacağını ,nasıl biteceğini tahmin edebiliyorum. Müzik ise size alıp götürüyor bir yerlere. Bırakıveriyorsunuz kendinizi. İpin ucu kaçacak, romantizmde boğulup gideceksiniz. Yine en iyisi; arada bir bağıra-çağıra, öfkelene televizyon seyretmek.
Bir milyon yüreğin beni beklediğini söyleyeceğim doktoruma Gülpâre Hanım. Yaşadığınız yerlere benden selam. Neu-Ulm’da iki yıl kaldım. Wolfgang Liebert inşaat bürosunda makine ressamı olarak çalıştım gençlik yıllarımda.
Ulm’un Münster’ini, içinden geçen Dono (Tuna) nehrini, meydanını, şirin sokaklarını çok sevdim. Benim için kiralanan o küçük, ama mobilyalı daireyi hatırlıyorum da… merkezi yerde, iş yerine yürüyerek 10 dakikalık bir mesafedeydi. Büro ise meydana yakın bir binanın ikinci katındaydı. Altında pastane vardı. Sekreter Hanım her öğleden sonra aşağıdan pasta aldırır, çay demler, bizlere verirdi. Bir baş mühendisi, iki mühendis, iki ressam ve bir sekreter olmak üzere altı kişilik bir aile gibiydik. Yalnız bendim Türk olan. Sonra annemi, babamı, ülkemi özleyip, sokaktaki herhangi bir almanı, Türkiye’de evimizin sokağındaki kasaba benzetip “-Niye o değil” diye ağlamaya başlayınca ailem hemen benim geri dönmemi istedi. Ülkeme döndüğüme hiç de pişman olmadım. Yine de güzel günlerdi diyorum.
En genç çağlarımda aileme dayanmadan ayakta kalmak, ama doğru dürüst yaşamak bana bu mücadele gücünü verdi sanırım.
Of çok uzun yazdım. Yine Sevgili Sare derslerinden zaman ayırıp internete geçirecek. Dostlar; azıcık iyi olsam, bir bilgisayar alıp öğrenmeye çalışırım inan ki. ama şu anda mümkün değil.
Sevgili Bir Milyon Kalem; yine uzun uzun yazdım. Yazılarımı düzenlemek umarım Şebnem Hanım için zor olmuyordur. Her şey için teşekkür ediyorum kendisine.
Yine bir şiirimi yolluyorum bakalım bu defa ne diyeceksiniz isyanıma!
“- Bu sen misin? Senden bunu beklemiyordum.” da diyebilirsiniz. Ama ne yapayım insan her zaman sakin olamıyor ki.
Sevgilerimle.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder