Sevgili BirMilyonKalem;
Yazılarımı okuyan, beğenen, bana mesaj atan, benim için dua eden tüm dostlara selâm olsun. Herkese tek tek cevap vermek isterdim ama, biliyorsunuz ki bilgisayarım yok.
Eğer iyileşirsem…
Ama…
Ağrılarım yine arttı.
Bu ağrılar arada bi tatil yapsa diyorum. Ama yapmıyorlar. Baltalar ellerinde ha babam çalışıyor, ha babam çalışıyorlar…
Ne yazık ki hastalık inatçı. Bende inatçıyım. Acaba hangimizin inadı diğerini yenecek, bilemiyorum…
Yine doktor karar verdi. Bir ay ışın tedavisi göreceğim. Prof. Dr. Müge Akmansu yapacak tedavimi. Dilerim güzel yüzü gibi, güzel sonuç alırız.
Ama yatmaktan sıkıldım artık.
Cancan adlı köpek kızımı alıp, parklarda, çimenler üzerinde koşup oynamak istiyorum.
Oysa gökyüzü gri bulutlarla kaplı. Havada kar kokusu var. İçim daralıyor.
Hatırlıyorum; bembeyaz karlar üzerinde özgürcesine kayak kaymayı da çok severdim Uludağ’da. Ama şimdiki özlemim; çiçek kokulu pembe bir bahar, pırıl pırıl bir güneş, çiçekler, kelebekler. Sıcak bir hava, saçlarımı; şimdi olmayan saçlarımı okşayan meltem…
Hayal kurmak da parayla değil ya!
Yaşamayı seviyorum ve yaşamak istiyorum. Düşlerle olsa bile.
İşte böle bir anda televizyondaki spikerin sesi, yattığım yerde düşlerimi paramparça ediyor.
Sanki marifetmiş gibi, ağız dolusu bir haber veriyor spiker. “Falanca kişi şu hastalıktan ölmüştür. Şu kadar yıl mücadeleden sonra” diye. Öylesine duyarsız, öylesine sıradan ki, bir hayatın devrilip gittiği haberi onlar için. Bu tür haberleri duyunca, her defasında içim burkuluyor. Hastalığımın korkunç adını hatırlıyorum. Oysa doktorum Profesör Atilla Engin, yıllar önce, kaşlarını çatıp, emreder gibi; “ Bu hastalığı aklından sileceksin. Adını bile unutacak, asla o kelimeyi söylemeyeceksin.” Demişti. Hep sözünü dinledim. Hastalığımın adını aklımdan bile sildim.
“- Hastalığın ne?” diye soranlara da “-Ameliyattan sonra kemoterapi gördüm.” Diyordum anlıyorlardı.
Ama ne yazık ki televizyondaki spikerler; “- On yıl mücadeleden sonra” diyerek bana hastalığımı unutturmadıkları gibi, arkasından ölümün geleceğini de pek güzel hatırlatıyorlar.
TRT’de dramaturg olarak çalıştığım uzun yıllarda, yayın ilkelerini dikkat edilir, yayıncılar ve spikerler izleyicileri incitmek istemezlerdi. Her şey öylesine kabalaştı, öylesine duyarsızlaştı, öylesine yozlaştı ki. Söyleyecek söz bulamıyorum… Üzülüyorum…
Televizyonlarda yapılan yemek programları da öyle. Birer lokma tadılan, beğenilmeyip çöpe dökülen yemekler. Hem de onları bulamayan, yiyemeyen, özenen insanlar düşünülmeden… Bizler bu kadar mı düşüncesiz olduk, bu kadar mı görgüsüzleştik! Yarış uğruna, para uğruna yapılmayacak şey kalmayacak bu gidişle.
Milletimin asaletini özlüyorum…
Bizler geldik, gidiyoruz ama yeni yetişenlere nasıl bir Türkiye, nasıl bir dünya, nasıl bir insanlık bırakacağız!?
Düşüncesi bile içimi ürpertiyor.
İşte böyle Sevgili BirMilyonKalem;Biraz dertleşmek istedim sizinle. Biraz içimi boşalttım… Sevgiyle yanaklarınızdan öperim.
Şaika Günsel TUĞRUL
22 Eylül 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder