Bir buçuk ay hastanede kaldım. 1. Kemoterapi yapıldı.. 2. Kemoterapi’den beş gün sonra, yirmi bir günlük ara için eve çıktım. Çok halsizim. Başım dönüyor. Sarhoş gibi sağa sola yalpalıyorum. İyi ki ilk günlerdeki bulantı yok.
1 Kasım’da yeniden hastaneye yatacağım, 3. kemoterapi için…
O beş adet kabak çekirdeği’nin değerini öyle iyi anladım ki..
Ama bu hastalık insanı, elinde olmadan gelip buluyor… belki de Çernobil olayı etkili oldu. Çünkü bu vakıalar süratle artıyor.
3. Kemoterapi için yeniden hastaneye yattım. Daha önce bir buçuk ay yattığım odayı ayırmışlar. O kadar sevindim ki.. Onkoloji hastasının ruh hâlini çok iyi anlıyorlar. Garipsemeyeceğim, yabancılık çekmeyeceğim. Gece yanımda kalması için, bir arkadaşımın yakını gelecek; Semra. Genç bir kız. Edebiyat öğretmeni. Ne yazık ki bu kadar okuduğu halde mesleğini yapamıyor. Çok iyi anlaştık onunla.. Çok sevdim..
Üzerimde yarın başlayacak olan üç günlük kemoterapi’nin gerginliği var. Boynuma yine KATATER, benim tabirimle PRANGA takılacak..
Tekerlekli sandalye ile beni Yoğun Bakım Ünitesi’ne benzeyen bir yere indirdiler. Kaçıncı kata indiğimizi şimdi tam hatırlamıyorum. Ama korkuyorum, çok korkuyorum.
Bekleyiş başlıyor..
On beş dakika, yarım saat, neredeyse bir saat olacak.. gelen giden yok. Bir tansiyon hastasını, gerilim içinde bu kadar bekletmek; olacak iş değil.. Tansiyonumun yükseldiğini, ağzımın kuruduğunu, başımın ağrımaya başladığını hissediyorum..
Aklıma Kurban Bayramları geliyor.
Tıpkı kurbanlık koyun gibiyim.
Bayramlarda onları süslerler..
İnsanlar eğlenirken, onlar bekleşirler. Sonlarını düşünüp anlarlar mı acaba? Eminim hissederler. Hüzünlü meleyişlerinden belli değil mi?.. sonra bıçak altına yatarlar…
İşte geldiler nihayet!.
Beni yatağa yatırdılar, boynumu açtılar.”-Üzeriniz kan olabilir, örtü koyuyoruz” dediler. Sanki sıradan bir iş yapıyorlardı. Sanki ellerinin altında bir kadavra vardı.
İşlem başladı…
“-Uyuşturduk” dedikleri boynum acıyordu..
Zavallı koçlar da böyle mi acı çekiyorlardı acaba?Çaresizlik korkunç!.
“Rahat nefes alın” diyorlardı.
“Siz benim yerimde olun da, rahat nefes alın görelim.” Dediğimde, moral verecekleri yerde, “-Allah korusun!” cevabını alıyordum. Daha önce iki kez katater takılmıştı. Ama bu kadar acı duymamıştım.
“-Anestezi az geldi galiba” dediklerinde kendimi “deneme tahtası” gibi hissettim. Katater’i boynumun tam oynak yerine taktıkları için de, her kımıldayışımda acıyor. Çaresiz, kemoterapi süresince buna katlanacağım. Üç gün.. Yani yetmiş iki saat. Bir şey değil. Sen ne acılar çektin Şaika, buna mı dayanamayacaksın!? Dayanacaksın!.. Düşün ki, bütün bu işlemler, tedaviler içindeki canavarın ölmesi için. Dayan! Yeneceksin onu, hem de tek başına! Sen tek tabanca bir cengâversin! Ailelerinin sevgisi, ilgisi, bakımı ile bir hastalığı yenmek marifet değil!.. Yooo! Haksızlık etmeyeyim; bu hastalığı çekenler için o da hiç kolay değil, akrabaları, bakanları olsa bile… Ama kemoterapi’nin etkilerini; dayanacak bir omuz bulamadan yaşamak, ancak çok güçlü insanların harcı.. Demek ki ben güçlüyüm. Evet, ben güçlüyüm!..
3. Kemoterapi’nin ilk günü serumlar takıldı, ilâçlar verildi. Her şey iyi gidiyorken birden bulantılar başladı. Yattığım yerde poşetlerin içine, boyuna çıkarıyordum. Köşeye sıkışmış kedi gibiydim. Beni bu hâle getiren ilâcı; tırnaklarımı çıkarıp tırmalamak istiyordum ama, ne mümkün!.. süt dökmüş kediye dönmüştüm. Sonra hemşire hanım geldi, prangamdan bir ilâç yaptı. Midem ters- yüz olmak üzereyken bulantılar kesildi… Gece uykusuz, ama nispeten rahat geçti.. bugün 3. Kemoterapi’nin ikinci günü. Doktorların gelmesini bekliyorum. Onlar gelince prangama yeniden serumlar takılacak.. Önce kokteyl sonra ilâç.. Yine bekleyiş başladı. Haydarpaşa garında treni bekleyişim gibi. Sanki İstanbul’dan Ankara’ya döneceğim…
Sevinçliyim..
Her ne kadar Yahya Kemal; “ Ankara’nın İstanbul’a dönüşünü severim.” Demişse de; ben İstanbullu olduğum halde, Ankara’ya dönüşü daha çok seviyorum.
Ben BOĞAZ çocuğuyum. 16-17 yaşlarındayken kız arkadaşlarımla, mayolarımız içimizde; Rumeli Kavağı’ndan, Yenimahalle’yi de geçip Sarıyer’e kadar yürürdük. Hem de dağ yolundan.. MARŞLAR söyleyerek.. Çam ağaçlarından dökülen çam fıstıklarını toplayarak; bağıra çağıra, güle konuşa..
Şimdi ise; bu yaşımızda, yanımızda erkek de olsa, gidemeyiz. Güvenli olmaz.
Ah! Ben çocukluğumdaki İstanbul’u arıyor, özlüyorum. Çünkü bu şehir benim çocukluğumun İstanbul’u değil artık..
İstanbul’da, İstanbul’u bulamıyorum. İşte bu yüzden ben İstanbul’un Ankara’ya dönüşünü seviyorum.
Bugün Pazar. 3. Kemoterapi’nin son günü… İlâçlar verilecek. Bunu da atlatırsam, yarın beni 23 Kasım’da dönmek üzere eve yollayacaklar…
Evim, evim; güzel evim!..
Saat 20:15. 3. Kemoterapi’nin son günü bulantısız, rahat geçti.. Kendimi iyi hissediyorum. Dilerim yarın sabah evime gidebilirim…
22 Eylül 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder