tag:blogger.com,1999:blog-51164834634010928372024-02-22T21:41:04.197+03:00Şaika Günsel TUĞRULŞaika Günsel TUĞRUL / Bir milyon kalem yazarlarındandır. 2 yıldan beri kanserle mücadele etmektedir. Bu site onun yaşam mücadelesine destek olmak amacıyla birmilyonkalem.com yönetimi tarafından hazırlanmıştır.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/11348147681261678800noreply@blogger.comBlogger7125tag:blogger.com,1999:blog-5116483463401092837.post-28302190430140245652009-12-14T14:11:00.003+02:002009-12-14T14:20:08.620+02:00Şaika Hanım'ı kaybettik:(( / Başımız sağolsun<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGDgWKDDkEAEKOrC1krWZcabt9jLyokhPSLW9uxcrKHlL_aTppLJZQE8FG3LmUkxYPW9a3WviNNlGpVqN7RJbCmdKnsr_cqj2wWh3a1zIUcoi7Z_cGaBJJEdBhQGO4vTZ2VluUURD0uI8/s264/saika.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGDgWKDDkEAEKOrC1krWZcabt9jLyokhPSLW9uxcrKHlL_aTppLJZQE8FG3LmUkxYPW9a3WviNNlGpVqN7RJbCmdKnsr_cqj2wWh3a1zIUcoi7Z_cGaBJJEdBhQGO4vTZ2VluUURD0uI8/s264/saika.jpg" /></a><br />
</div><br />
<div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;">Değerli birmilyonkalem yazarları, okurları. <br />
2008 yılında çıktığımız yolculuğa bizimle birlikte başlayan ve birmilyonkalem camiasının sevilen yazarlarından olan Şahika GÜNSEL TUĞRUL’U 11 Aralık 2009 Cuma günü kaybettik. Hepimizin başı sağ olsun.<br />
</div><div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;"><br />
</div><div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;">Şahika Hanım çok yönlü bir yazar arkadaşımızdı. <br />
Gezi ve günlük yazıları ve tiyatro oyunları da olan yazarımız 1 yılı aşkın süredir kanser mücadelesi vermekteydi. Tüm yaşadığı acılara rağmen hasta yatağında bizlere güzel birer anı olarak kalması için, yazılarını genç bir kardeşimiz aracılığı ile yazdırıp göndermekten vazgeçmedi. <br />
</div><div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;"><br />
</div><div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;">Geçtiğimiz Ramazan bayramında 1MK yazarlarının bayram kartları, minik hediyeler ve dualarıyla yanında olmaya çalıştığı Şahika Hanıma Allah'tan rahmet, sevenlerine başsağlığı ve sabırlar diliyoruz.<br />
</div><div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;"><br />
</div><div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;">Şahika hanım'a destek olabilmek adına geçtiğimiz aylarda hazırladığımız blog sayfasına ve Şahika hanım'ın birmilyonkalem de geçen yıllarda yayınladığı yazılara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. Ruhu şad olsun...<br />
</div><div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;"><br />
</div><div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;"><b>Birmilyonkalem<br />
Site Yönetimi</b><br />
</div><div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;"><br />
</div><div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;"><br />
</div><div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;"><a href="http://saikagunseltugrul.blogspot.com/">Şahika GÜNSEL TUĞRUL Blogger sitesi</a><br />
</div><div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;"><br />
</div><div style="font-family: Georgia,"Times New Roman",serif; text-align: justify;"><a href="http://www.birmilyonkalem.com/?page_id=221&user=%C5%9Eaika-G%C3%BCnsel-Tu%C4%9Frul">Şahika GÜNSEL TUĞRUL Birmilyonkalem.com yazıları</a><br />
<br />
<br />
</div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/11348147681261678800noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-5116483463401092837.post-11002436924685246282009-09-22T21:11:00.002+03:002009-12-14T14:21:26.176+02:00Bir gün iyi olursam “KANSERİ NASIL YENDİM diye uzun bir hikaye yazacağım<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;"><b><span style="font-size: 16pt;">AĞZIMDA 5 ADET TAZE KABAK ÇEKİRDEĞİ’NİN<o:p></o:p></span></b><br />
</div><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;"><b><span style="font-size: 16pt;">KOKUSU<o:p></o:p></span></b><br />
</div><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;"><br />
</div><div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;"><b><span style="font-size: 14pt;">Şaika Günsel Tuğrul</span></b><b><span style="font-size: 16pt;"><o:p></o:p></span></b><br />
</div><div class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 16pt;"> </span></b><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Bir gün iyi olursam “KANSERİ NASIL YENDİM” diye bir uzun hikâye yazacağım. Çünkü roman yazmaya gücüm yok… benim hikâyem, bu konuda yazılmış olanlardan değişik. Çünkü bütün bu hastalar kanseri; ona güç veren sevenlerinin, yakınlarının ilgisi ile yendiklerini anlatıyorlar… benim ise kimsem yok.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Hastane odasında tavana bakarak düşünüyorum. Bütün arkadaşlarım otuz beş, kırk , kırk iki yıllık. Kiminin beli ağrıyor, dizi tutmuyor. Kimi de bu dünyadan çekildi. Aile büyüklerim ise; çoktan sonsuzluktaki yerlerine yerleşti.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ben ise düşünüyorum;<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Uzun hikâyemin adı ne olsun diye…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Evet, buldum:<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sevgili hemşirenin kıramayıp verdiği beş adet taze kabak çekirdeği’nden yola çıkıp; <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “ AĞZIMDA TAZE KABAKÇEKİRDEĞİ’NİN KOKUSU” olacak hikâyemin adı…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Biliyor musunuz bu ne kadar değerli?<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Çünkü;<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Şu an boğaz vapurundayım. Çekirdek çitleyip, kabuklarını köpüren denize atıyorum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sonra ;<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Tam Yeni Cami önünde kuşlara yem verirken, küçük cam muhafaza içindeki çekirdekleri ölçekle satan delikanlıyı görüyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ne zevk!..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ya elimde çekirdek külâhıyla, Kapalı Çarşı’daki kuyumcuları seyredişimi; istekle özlemle, gözlerim kamaşarak. Ayaklarımın dibindeki kabak çekirdeği kabuklarına basarken…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ama artık çok iyi anlıyorum, hangisinin daha değerli olduğunu… elbette ışıltılı dünyanın pırıl pırıl altınları değil.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> O beş adet kabak çekirdeği’nin kabuklarına kurban olayım ben!..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> İnşallah iyi olurum da; kocaman bir külâh kabak çekirdeği yerim, köprüden boğazı seyrederken…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin-left: 106.2pt; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 14pt;">* * *<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin-left: 141.6pt; text-indent: 35.4pt;"><b><span style="font-size: 14pt;">ADIM SESLERİ<o:p></o:p></span></b><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin-left: 141.6pt; text-indent: 35.4pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Saat 18:55. Koridordan akseden ışık odamı biraz aydınlatıyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bakıcının gelmesini dört gözle bekliyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yedide gelecek, ışıkları yakacak, sohbet edeceğiz. Günün yalnızlığı son bulacak. Sevineceğim…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> İşte, koridorda adım sesleri var, gittikçe yaklaşıyor. Aferin ona. Tam zamanında geldi.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Adım sesleri kapının önünden geçip gidiyor. O değilmiş.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Gönlüm ardından sürükleniyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bekliyorum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Hemşire Hanım tansiyonumu ölçüyor…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bekliyorum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Serum değişiyor…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bekliyorum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Güler yüzlü hemşireler de olmasa..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ve bir an için çok eskilere, gençlik günlerime dönüyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> O zaman da adım seslerini beklerdim, uykudan baygın düşünceye kadar..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ben gündüz çalışırdım; tiyatro sanatçısı eşim; matine- suare gece…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Çoğu zaman görüşemezdik. Cep telefonları da olmadığı için, hafta içi hep mektuplaşırdık.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Uyuya kalmadığım zamanki, merdivenlerden çıkan adım sesleri ne tatlıydı, bir aşk senfonisiydi sanki… hemen yatağımdan fırlar, kapıyı açıp boynuna sarılırdım.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Sonra sıcacık yatağımızda, başımı göğsüne yaslayıp, huzurlu bir uykuya dalardım, saçlarımı okşarken..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sana sitemim var sevgilim…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Saat 19:30 olmak üzere..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bakıcı görünürlerde yok.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Kulağım adım seslerinde..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Geç kaldı…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Tanrım gelsin artık!.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> İşte yine adım sesleri. Topuklarını sert sert yere basıyor…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bu defa… kesin geldi. Seviniyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yanılmamışım..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Odam aydınlanıyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bakıcım “ OF!..” diyerek , kendini çift kişilik koltuğa atıyor. O gün yaşadığı stresli olayları, kızıyla tartışmalarını noktasız virgülsüz anlatıyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> O boşalıyor,<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ben doluyorum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Daha sonra yemeğini yiyor, “televizyonu açıyor.”<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “Hiç yoktan” diye düşünüyorum., “televizyon beni oyalar.”<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “- Neşeli bir kanal bulalım.”<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Yooo!” diyor. “-Bir haftadır bekliyorum, kurtlar vadisini seyredeceğim!”<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> çaresiz öbür yana dönüyorum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “KURTLAR VADİSİ” hiç seyredemediğim, yalnızca ticari amaç güden, asap bozucu bir dizi..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sesleri duymamak için kulaklarıma kağıt havlu parçalarını tıkıyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “Bir uyusam, bir uyusam!” diye Allah’a yalvarıyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Karar veriyorum; bu akşam, bakıcının son gecesi olacak.. Onu kırmadan göndermenin bir yolunun bulmalıyım… <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sonra;<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Etlerim lime lime; “KURTLAR VADİSİ” nde, daha doğrusu “KURTLAR SOFRASI” nda uykuya dalıyorum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><img align="left" height="138" hspace="12" src="http://www.birmilyonkalem.com/saikagunseltugrul/saikahanim_dosyalar/image002.jpg" v:shapes="_x0000_s1035" width="199" /><span style="font-size: 14pt;"> * * *<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> <b>ANNEM <o:p></o:p></b></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> 12-13 Yaşlarındaydım. Bir derse çalışmadım mı, okula gitmek istemezdim. O gece Allah’la pazarlığa girişirdim: “ Ne olur Allah’ım; azıcık ateş , azıcık <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Annem ve Ben<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">tatlı bir kırgınlık, yeter… Ağrı falan olmasın ha, canım yanmasın.” Gerçekten de ertesi, sabah hafif bir kırıklıkla uyanırdım. Annem elini alnıma koyar; “- Ateşin var. Bugün okula gitme.” derdi. Yastıkları sırtıma yerleştirir; bana bol limonlu, bol şekerli sıcacık bir bardak ıhlamur getirirdi.. Yatakta zevkle gerinirdim. Öğleyin de yine bol limonlu, bol maydanozlu pirinç çorbası getirdiğinde: <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">“-üzerine bol karabiber serptim. Bu seni terletecek, soğuk algınlığın terle birlikte çekip gidecek.” Derdi. Sonra önüme arkama havlu koyardı. Gerçekten terlerdim. Annem havluları alır, çamaşırlarımı değiştirirdi. Küçük bir kedi yavrusu gibi ona sokulurdum. Annem alnıma bir öpücük kondururdu. Mırıl mırıl sesler çıkarır, adeta miyavlardım.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ah o günler!..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Anneciğim nerdesin? Cennetin hangi katındasın? Seni çok özlüyorum, belki çok yakınımdasın. Ama ben… Ama ben… Alnımda hafif bir rüzgar esiyor.. yoksa sen misin anneciğim, alnıma öpücük konduran?..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yatakta büzülüyorum. Uyumaya çalışıyorum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ne çabuk öğle olmuş.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yemek geliyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bakıyorum; çorba, patates püresi,muhallebi.. Hiç birini içim çekmiyor.tepsiyi ayakucuma doğru itiyorum..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sonra öğreniyorum ki,refakatçilere mantı verilmiş. Mantı bana yasak değil ki. İçimdeki on iki yaşlarındaki çocuk uyanıyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Hıçkıra hıçkıra ağlayarak: “- Mantı isterim! Karnım aç! Mantı isterim!” diye feryat ediyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Hemşire Hanım koşturarak geliyor. Derdimi öğrenince, şöyle bir yüzüme bakıyor. Sonra çekip gidiyor…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Hah işte, kızdırdım onu.” diye düşünüyorum. Ama biraz sonra Hemşire Hanım elinde bir tabak mantı ile geliyor. “-Al bakalım küçük kız.” diyor. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">“-Yasak değilmiş. Yiyebilirsin.” Ama yiyip yiyemeyeceğimi merak ediyor olmalı ki, başımda bekliyor.bir tabak mantıyı zevkle mideye indiriyorum… Tatlı bir rehavet çöküyor üzerime. Kıvrılıp yatıyorum. Hemşire Hanım sırtımı örtüyor..Alnımda hafif bir rüzgar esiyor.Hemşire Hanım’a bakıyorum, gülümsüyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Gözleri annem gibi sıcacık bakıyor..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Huzurlu bir uykuya dalmak üzereyim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Göz kapaklarımın içinde on iki yaşlarında bir kız çocuğu, neş’e içinde ip atlıyor…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> * * *<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> <b>PRANGALAR </b></span><img align="left" height="191" hspace="12" src="http://www.birmilyonkalem.com/saikagunseltugrul/saikahanim_dosyalar/image004.jpg" v:shapes="_x0000_s1034" width="140" /><b><span style="font-size: 14pt;"> </span></b><span style="font-size: 14pt;"><o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Hastane odasında yalnızım. Televizyonu da açmadım, canım istemiyor. Öğleden sonra 2. Kemoterapinin ilk günü. Üç gün üst üste yapılacak. Tedirginim. Sarsıyor çünkü.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Hemşire Hanımlar arada bir ateş, nabız, tansiyon, ilâç için uğruyorlar ama her dakika benimle olamazlar ki. Kocaman bir bölüm burası. Deli güllabiciliği yapacak halleri yok ya! Hasta çok. Ama öyle plânlı programlı hareket ediyorlar ki, bütün hastalara yetişiyorlar. 12 yaşım<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><img align="left" height="179" hspace="12" src="http://www.birmilyonkalem.com/saikagunseltugrul/saikahanim_dosyalar/image006.jpg" v:shapes="_x0000_s1033" width="154" /><span style="font-size: 14pt;"> Tavana bakarak düşünüyorum… Hatıraları ve sevdiklerimin hayallerini çevreme toplamak istiyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yazdıklarım artık “Beş adet taze kabak çekirdeği’nin kokusu” olmaktan çıktı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Peki, ne oldu? Bilmiyorum… <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Yine gerilere doğru gidiyorum… <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Biz hayvansever bir aileyiz. Annem- babam öğretmen. Ben evin tek çocuğuydum. Biraz suskun, biraz içe dönük… Hatırlıyorum da yedi yaşlarındaydım. Evimize bir kedi geldi. Onu çok seviyordum ama.. bir gün <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Annem,Babam ve Ben<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">kuyruğunu çektim, o da benim elimi tırmalayıp kanattı.Sonra yok oldu kedicik, benim de neşem kaçtı. Mahsunlaştım. Tek çocuk olmanın yalnızlığına yeniden gömüldüm.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bir gün babam elinde bir kafesle geldi. İçinde bir kanarya vardı. Kafes salonda bir yere asıldı. Babamla ona kıvırcık salata veriyor, yiyişini seyrediyor; ötüşleri, yem yiyişi, banyo yapışıyla neş’eleniyorduk. Daha sonra bir kuş daha getirdi babam. Kafesteki tek kuşun yalnızlığına dayanamamıştı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Aradan aylar geçti…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yine bir gün babam eve, bu kez kocaman bir kafesle gelip onu salonun bir duvarına sıkıca, beş altı çivi çakarak astı. İçine onlarca kuş koydu. Babam işi abartmıştı. Artık salonda koca bir kuşhane’miz vardı… Ev kuş sesleriyle dolup taşıyordu… Yemlerini salonun her yerine saçıyorlar, banyo yaptıkları zaman halıları, koltukları ıslatıyorlardı.. Bir tane değil ki, onlarca kuştular.. Üstelik yumurtadan yenileri de çıkıyordu.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Annem hafiften homurdanmaya başlamıştı. Bir gün dayanamadı, sesi yükseldi.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Evde ne kuş, ne de kuşhane kaldı…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Üç kişilik ailemiz yeniden sessizliğe gömüldü…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Aylar geçiyor, ben büyüyordum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Okulumuzdaki derslerle, çocukça şiirlerle zamanım geçiyordu. Yalnızlığa o kadar alışmıştım ki, pek arkadaşım yoktu. Suskunluğumu ve içe dönüklüğümü üzerimden atamamıştım.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yine bir gün babam eve, kocaman bir paketle geldi. Ambalajını açıp, salonun köşesine koydu. İçine yumurtalar dizdi. Nemini, suyunu, ısısını ayarlayıp onlara dikkat etmemi söyledi. “-Bu ne baba?” dediğim zaman da, onun bir kuluçka makinesi olduğunu, bir süre sonra içinden sarı sarı civcivler çıkacağını anlattı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sevinmiştim… <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> 20 gün müydü, şimdi pek hatırlamıyorum; o süreyi heyecan ve sabırsızlıkla geçirdim…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Gerçekten minik, sarı civcivler çıktı. Yere gazete kağıdı yayıp, haşlanmış yumurta sarılarını ufalayıp, parmağımızla gazeteye PAT PAT vurarak ( Sanki anneleriymiş gibi) çevremize topluyor, parmağımızın yakınında yem yemelerini sağlıyorduk. Bazen de parmağımı gagalıyorlardı. Neş’eli kahkahalar atıyordum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Muhteşemdi!.. </span><img align="left" height="131" hspace="12" src="http://www.birmilyonkalem.com/saikagunseltugrul/saikahanim_dosyalar/image007.jpg" v:shapes="_x0000_s1032" width="179" /><span style="font-size: 14pt;"><o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Civcivleri elime alıyor, okşuyor, seviyordum. Kaçmıyorlardı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ama gün geldi büyüdüler, palazlandılar.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bir gün kafesten kaçırdık onları. Tutamadık. Babam ve Ben<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Kuş gibi salonun her tarafında uçuşuyorlardı. Üstelik kirletiyorlardı da…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ter içinde kalmıştık<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Birden kapıda annemi gördüm…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Karikatürlerdeki gibi saçları diken diken olmuş, gözleri yuvalarından fırlamıştı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Napolyon edasıyla bağırdı:<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “YA BEN, YA ONLAR!” <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ertesi gün evde ne kuluçka makinesi, ne de tavuk kaldı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Salon baştan aşağı yıkandı, temizlendi.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Tek çocuk olmanın yalnızlığı, yeniden beni bulmuştu.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Böylece; aradan yıllar geçti…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Artık on dört yaşıma geliyor, genç kız oluyordum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> 27 Ağustos, Başak burcunun günü…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Annem pasta almış, üzerine mumlar dikiyordu.. Aynada son kez kendime baktım.. Yeni alınan kabarık etekli pembe elbisem, çok yakışmıştı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Hâlâ toz pembe rengi çok severim…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Akşam olmak üzereydi. Babam bir arkadaşıyla geldi.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Arkadaşının kucağında bembeyaz, küçücük, hareketli bir şey vardı. Doğum günü armağanımmış.. Bir köpek yavrusu.. Kucağıma verdiler. Çok sevimliydi. Havalara uçtum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Küçük oğlanın adının TONY koyduk..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> O kadar iyi arkadaş olmuştuk ki, evde saklambaç, bahçemizde kovalamaca oynuyorduk..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yalnızlık bitmişti.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Aradan aylar geçti.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Tony giderek büyüdü, büyüdü; dev gibi bir şey oldu. Evimizde ne bulsa parçalıyor, annemin bahçedeki çiçek saksılarını kırıyor, her yanı talan ediyordu. Artık babamla tasmasını takıp gezmeye de götüremiyorduk. İkimizi birden sürüklüyor, düşmekten beter ediyordu. Öylesine güçlü ve özgürlüğüne düşkündü ki boyunduruğa (tasma diyemeyeceğim, hafif kalıyor) isyan ediyordu.. Tony meğer rus kızak köpeğiymiş.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Onun özgürlüğe olan ihtiyacını ancak bugün boynuma takılan kataterle ( ben pranga diyeceğim) ilâçlara, serumlara bağlı olduğumda anlayabildim..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sevgili Tony; seni babam arkadaşının çiftliğine gönderdiğinde aylarca ağlamıştım. Bu gün düşünüyorum da, iyi ki göndermiş.. Prangalardan uzak, çiftlik arazisinde gücünün yettiğinde koşarak; esaretten uzak, özgürce yaşadın…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><img align="left" height="149" hspace="12" src="http://www.birmilyonkalem.com/saikagunseltugrul/saikahanim_dosyalar/image009.jpg" v:shapes="_x0000_s1031" width="197" /><span style="font-size: 14pt;"> Seni ancak şimdi anlıyorum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ve aradan; <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yıllar, yıllar, yıllar geçti..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Fazla detaya girmek istemiyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Annem- babam İstanbul’da hâlâ. Ben ise Ankara’dayım. Çok sevdiğim bir işim, Kavaklıdere- Güvenevler’de küçük, şirin bir dairem var.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Annem ve Babam<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ve evliyim..Çok sevdiğim, çok saygı duyduğum bir sanatçıyla..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Çok mutluyduk. Bu sevgi ve mutluluk hiç bitmeyecekti, bitmemeliydi.. Ama ameliyatların ilki daha evliliğim birinci yılında gelip beni buldu. MİYOM... Artık çocuğum olamazdı.. Özverili olmalıydım. Özverili olmak bana düşüyordu..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Neyse..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sonra aramıza ülkeler, kilometreler ve uzun yıllar girdi.. Bir deli rüzgâr bizi savurdu, götürdü. Sevgimiz bitmedi ama koptuk.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Türkiye’ye döndüğü zaman onu gördüm. Saçları beyazlamış, adeta çökmüştü. Ama bir yönden mutluydu, çocukları vardı. Tanıştırdı... Onu rahmetle anıyorum. Mekânı cennet olsun.. Yalnız Allah’ın 365 günü dururken, o bir tek günde bu dünyadan ayrıldı; benim doğum günümde. O günden beri hep aynı yaştayım, doğum günlerimi kutlayamıyorum..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yeri gelmişken iş hayatımdan da söz etmek istiyorum ; prangalarla ilgisi olmasa da...<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ankara Radyosun Tiyatro bölümünde Oyun Yazarı, dramaturg olarak çalışıyorum. Yani yazarların bölüme gönderdiği metinleri okuyup değerlendirmek, kabul ya da red etmek görevim. Karşımda oda arkadaşım yazar Vasfi Uçkan oturuyor. O da dramaturg. Yan odada sevgili İsmet Üner Hanım. Müdiremiz. Tatlı-serttir, çalışanı sever. Bazıları ona “Korkunç Yenge” adını takmıştır. Yan odada Prodüktör arkadaşlarım sevgili Ayfer Alpay, Nurnisa Tuğrul.. Sonra efektörlerimiz Rahmetli Ertuğrul İmer, Metin Macun, Mehmet Turgut; Radyo Tiyatrosu, Çocuk Bahçesi, Arkası Yarın adlı programların belkemiği arkadaşlarım.. Radyonun şımarık kardeşi Televizyon doğuncaya kadar Radyo bir numaraydı... Bir okuldu. Birçok sanatçı yetişti orada. Ama ne yazık ki o şımarık çocuk radyoyu ikinci plana itti.. Kaliteden çok şey yitti,gitti.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Canım yanıyor!..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Konuyu çok dağıttım. Oysa prangalardan söz edecektim. Daha öncede sözünü ettim ama biraz açıklamam gerekiyor. Kollarım yasaklı, bacak damarlarım kemoterapi ilâçları yüzünden daraldığı için kan vermeye ve serum almaya uygun değil. Bu yüzden boynumdaki damara katater takılıyor. Ben ona pranga diyorum. Hayvanların boynuna takılan tasma ve boyunduruk da benim için pranga artık. Çünkü tasma, boyunduruk sözcükleri bana çok hafif geliyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Oysa pranga!..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Prangalar forsaların ayak bileklerine takılır; çok acıtır, kanatır, can yakar ve özgürlükleri kısıtlar. Ama ben bunu yeni yeni anlıyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Neyse; kaldığım yerden devam edeyim..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Karlı bir şubat günüydü. Radyodan eve dönüyordum. Kuğulu Parkı geçmiş, eski Çankaya Sinemasının önüne gelmiştim. Karların arasında bir şeyin hareket ettiğini fark ettim.eğilip avuçlarıma aldım. Mini mini bir yavru köpekti. Kucağımın sıcaklığında uyuyakaldı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Aldım, eve getirdim. Süt verdim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><img align="left" height="196" hspace="12" src="http://www.birmilyonkalem.com/saikagunseltugrul/saikahanim_dosyalar/image011.jpg" v:shapes="_x0000_s1030" width="123" /><span style="font-size: 14pt;"> Ertesi günü canlandı, yerinde duramayan ateş gibi bir şey oldu. Adını “ATEŞCAN” koydum. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Artık bir amacım vardı. İşten çıkar çıkmaz bir bekleyenim olduğu için hiç oyalanmadan eve geliyor, Ateş’i alıp gezmeye götürüyordum. Seymenler parkına gidip koşuyor, bol bol yürüyorduk.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Prangası boynundaydı. Kendi başına koşmak istese çekiştiriyor, yanımda yürümesini, ancak benimle koşmasının istiyordum. Beni o kadar çok sevdi ki, sessizce özgürlüğünden vazgeçti. Çok pişmanım Ateş kızım; çok geç ama, senden özür diliyorum. Ateşcan ve Ben <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Akşamları ben bir metin ya da kitap okurken iki kişilik kanepeye çıkıp yatıyor, sürekli yüzüme bakıyordu. Ben de onun dizimdeki başını okşuyordum. Sanki bana : “-Senin birçok ilgi alanın var, benim için ise, yalnızca sen varsın.” Der gibiydi. Sevgili Ateş; seni çok sevdim. Oysa senin sokaklarda bolca gördüğümüz sokak köpeklerinden hiç farkın yoktu. Zaman zaman arkadaşlarım takılırdı: “-Senin asil sokak köpeğin nasıl?;” diye. Sokak köpeği olmuş, ne fark eder… Sevgi görünüşe bakmaz ki.. benim hatırım için özgürlüğünden vazgeçmiş, prangaya katlanmıştı. Bana dolu dolu sevgi vermişti.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Tam 16 yıl yalnızlığımızı paylaştık.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> O acı günü anlatmaya gücüm yok.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sonra..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bir gül ağacının altında, bir kucak papatya ile ebedi uykusuna yattı..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Geceleri uyuyamıyordum. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> </span><img align="left" height="185" hspace="12" src="http://www.birmilyonkalem.com/saikagunseltugrul/saikahanim_dosyalar/image013.jpg" v:shapes="_x0000_s1029" width="132" /><span style="font-size: 14pt;"><o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yalnızlık buz gibi yapışıyordu tenime.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> İş yerinde hayalet gibiydim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bir gün Başkanım Altan Kınal beni çağırdı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Şaika, ikinci oğlumu kaybettiğimde çok acı çektim. O yüzden seni çok iyi anlıyorum. Ne zamanki bir oğlum daha dünyaya geldi; yitirdiğimiz oğlumuzu unutmadık ama acımız azaldı. Benim sana tavsiyem hemen bir köpek al.”<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Asla Başkanım, asla almam.” Diye cevap verdim. Ateşcan 15 Yaşında<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ama yaş günümde arkadaşlarım süslü, küçük bir sepet tutuşturdular elime, kapıdan içeri girer girmez. Sonra salona geçip oturdular. Merakla bana bakıyorlardı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Acaba sepetin içinde ne vardı?.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yanlarına oturdum. Sepet dizlerimin üzerindeydi. Kırık dökük; “-Niye zahmet ettiniz? Doğum günümün ne önemi var?” diye mırıldandım.. Onlar gülerek “-Hadi aç sepetin örtüsünü.” Dediler.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Örtüyü çektim ve gözlerime inanamadım. Elim kadar küçük, beyaz, pembe karnı havada, sırtüstü yatmış, minyatür bir yavru köpek uyuyordu sepetin içinde.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> İlk tepkim dehşete kapılmak oldu.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Hayır! İstemiyordum onu!..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Pekalâ, aldığımız Pet Shop’a iade ederiz” dediler.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sepetin içinde öyle yalnız, öyle çaresiz, öyle muhtaç bir hâli vardı ki… Karnını okşadım. Gerindi. Küçük bir insan yavrusu gibi arka ayaklarını zevkle birbirine vurdu. Parmaklarımı tutmaya çalıştı. Bir buçuk- iki aylık olmalıydı. En ihtiyacı olduğunda, para hırsı yüzünden anneciğinden koparılmıştı..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> İkinci tepkim acımak oldu.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Onu geldiği yere gönderemezdim. Ona da “ATEŞCAN” dedim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Damlalıkla süt içirdim. Sevdim, okşadım… Beni annesi belledi.. Kaybettiğim Ateşcan gibi değildi. Ağırbaşlı idi. Giderek ona CANCAN demeye başladım.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Altı aylıkken ona konserve mama aldım. Tabağına koydum.. Önce kokladı, sonra ağzına kocaman bir lokma alıp “puf” diye suratıma fırlattı.. O oldu, bir daha ona hazır mama almadım. Pirinç, havuç, kabak ve çok az kıyma ile ona özel mama pişirdim. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> </span><img align="left" height="141" hspace="12" src="http://www.birmilyonkalem.com/saikagunseltugrul/saikahanim_dosyalar/image015.jpg" v:shapes="_x0000_s1028" width="144" /><span style="font-size: 14pt;"><o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Cancan hâlâ minyatür bir köpekti ama, büyüdükçe güzelleşti. Üstelik güzelliğinin de farkındaydı. Meğer Maltız terrier imiş. Elizabeth Taylor’un köpeği cinsinden.. beyaz uzun tüyleri, uzun saçları vardı. Renk renk saç tokları takıyordum başına. Hiç kımıldamadan saçlarının taranmasını, kurdelelerinin takılmasını <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Prenses Cancan<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">bekliyor, sonra da sokak kapısının yanına gidip, beni bekliyordu.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Tabii ki prangası yine boynundaydı. Seymenler parkına gidiyor, tasmasını çıkarıyor, oradaki sahipli köpek arkadaşları ile oynamasını istiyordum. Ama o; oturduğum banka çıkıp oturuyor, benim gibi çevreyi seyrediyordu. Havlama huyu ise hiç yoktu. Yanından bir erkek köpek geçecek olsa, kırıtmaya başlıyor, ama asla yüz vermiyordu. Bütün davranışlarında (kırıtma hariç) beni taklit ettiğinin farkına vardım. Bunu doktoruna sordum; Veteriner Doktor: <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">“-Karşısında bir ayna varmış gibi sizi görüyor ve size benzediğini düşünüyor.” Dedi. Düşünüyor ha! Demek onlarda içgüdüden daha fazla bir şeyler var.. Bende bunu hissediyordum ama inanamıyordum. Cancan yaptıklarıyla beni iyice inandırdı.. Artık onu çok seviyor, üzerine titriyordum. Yalnızca sevmek değildi bu, güzelliğine ve huyuna hayrandım. Bana öylesine bağlıydı ki, parkta bir ağacın arkasına saklansam; panikliyor, titreyerek sağa sola koşturuyordu. Bunu yalnızca bir kez denedim… Kışlık ve yazlık olmak üzere çeşit çeşit elbiseler yapıyordum ona. Giymeye bayılıyor, salına salına ortalıkta dolaşıyordu. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Kim ne verirse versin asla yemezdi. En sevdiği yemeği sokakta bulsa ya da en sevdiği yemek ona sokakta verilse, asla yemezdi. Koklamazdı bile… Asaletinin farkındaydı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> İlk göğüs ameliyatı olduğum yıllardı. Hastaneden eve dönüşümde hep pencerede oturup dışarıyı seyrettiğini fark ettim. Apartman komşum sokakta bir hanımın köpeğini gezdirdiğini, bu arada Cancan’ın ağladığını söyledi. Veteriner Doktor Hanım köpeğiyle pencerenin önüne geldiğinde biri içerde, biri dışarıda ağlıyor, çırpınıyordu.. kızım aşık olmuştu. Sonrada dost olduk ama, o günlerde Zerrin Hanıma kızıyordum; çünkü “-Ameliyatlıyım, uğraşacak hâlim yok.” Dediğim halde, her gün köpeği Paris’i pencerenin önüne getiriyordu.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Huysuz kaynanalar gibi Cancan’ı çeşitli, cins köpeklerle tanıştırıyor. Annesine kızdığım için, Paris olmasın da kim olursa olsun diyordum. Ama o kimselere bakmıyor, yakışıklı Paris’i istiyordu, benim güzel Helena’m.. İnatlaşmamız bir yıl sürdü.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Karlı bir şubat günü, ağlaması canıma yetti, bahçeye açılan camlı kapıyı ardına kadar açtım.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Cancan bahçeye fırladı, Paris bahçe duvarını aşıp içeri girdi. Sanki insandılar; romantizmi doya doya yaşadılar… artık Zerrin Hanım’la iki anne olarak ne kadar kızsak da, o dönemde nezaket çerçevesi içinde selâmlaşıyorduk. Sonra Cancan’ın dört yavrusu oldu. İki kız, iki oğlan. Bolonez terrier ile Maltız terrier yavruları; bembeyaz, melez ve türlerinin asaletini taşıyan yavrular… Paris her gün geliyor; annesi getirmese bile o kaçarak geliyor, yavruları tek tek yalıyor, Cancan’ı sevip okşuyordu. Onlar bir aile olmuştu. Aralarındaki ilişki hayvansal değildi.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Küçükler giderek büyüdü.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Cancan’ın; peşinde yavruları, gururlanarak “öyle bir yürüyüşü vardı ki; hâlâ gözlerimin önünde… Küçük bir apartman dairesinde beş köpeğe bakamazdım. Sağlığım da buna engeldi.. Cancan’a fark ettirmeden, teker teker üç aylık olan yavruları arkadaşlarıma vermeye başladım. Ama o sayılarını biliyordu sanki. Evin içinde arıyordu onları.. Allah’ım, biz insanlar çok acımasızız. Vicdan azabı çekiyordum. Yüreğim sıkışıyor, parça parça oluyordu…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Son yavru kaldığında bavulumu hazırladım, arabaya koydum. Karı-koca arkadaşım o saatte arabanın yanına geldiler. Yavruyu onlara teslim edip, Cancan’la arabaya bindik, yazlığımıza doğru yola çıktık. Direksiyondaki ellerim titriyor, acı çekiyordum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Yazlıkta oyalanır.” Diye düşünerek kendimi teselli etmeye çalışıyordum. Ama , yaz süresince canıma okudu orda… yemek yemiyor, söz dinlemiyor, evde; bana arkasını dönüp öyle oturuyordu. Sahilde yedirdiğim tavuk etlerini de eve gelince çıkarıyordu..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Üzüntüden üç kilo verdim…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Zamanla bebekleri unuttu, ya da unuttu göründü yavrucağızım. Aramızda güçlü bir bağ vardı. Sanki insandı ve gerçekten kızımdı. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> </span><img align="left" height="159" hspace="12" src="http://www.birmilyonkalem.com/saikagunseltugrul/saikahanim_dosyalar/image017.jpg" v:shapes="_x0000_s1027" width="167" /><span style="font-size: 14pt;"><o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Onun tasmaya ihtiyacı yoktu. Sokakta da evde de yanımda ayrılmamaya özen gösteriyordu. Sanki o bir prensesti.. her hareketi ölçülü ve zarifti. Normal konuşsam bile anlıyordu. Zaman zaman onunla dertleşirdim. Aradan üç saat de geçse dinlerdi. Sanki daha önceki yaşamında insandı.. Onu anlatmaya sayfalar yetmez.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Cancan ve Ben<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yıllar geçti.. On beş buçuk yaşına geldi. İkinci göğüs ameliyatımı geçirdim.. Beni hastanede beş gün zor tutabildiler. Evde yalnız kalmamıştı ama, bensizliğe dayanamamıştı. Sık sık soluk alıyordu. Nefesi daralıyor, öksürüyordu.. Veterinerlik Fakültesine götürdüm. Kalp krizi geçiriyordu. Solunum cihazına bağladılar. Bensiz yapamaz diye yalvardığım halde beni yanına almadılar.. Kuralların Allah cezasını versin!.. kalp krizleri üst üste gelivermiş.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yanaklarım yine ıslandı..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Güzel kızım yatak odamın penceresinin önünde yatıyor. Aslında yüreğimde yatıyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yokluğuna dayanamıyordum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Gecenin bir yarısından sokaklara fırlıyor, ağlayarak, bağırarak deli gibi saatlerce koşuyordum. Oğlum gibi sevdiğim; görgülü, saygılı ve aslında çok iyi bir ailenin çocuğu olan apartman görevlimiz Hüseyin Pendik psikolojimin hiç de iyi olmadığını görüp; tıpkı Cancan’a benzeyen bir köpek yavrusu getirdi bana. Ama gözüm hiçbir şey görmüyordu. Barsaklarım geriliyor, spazm yapıyordu. Üstelik kusmaya da başlamıştım.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yıllarca sanatçı kadrosunda, bareme tabi olmadan sigortalı çalıştığım için, Gazi Üniversite hastanesine gidemiyordum. Acilen Numune Hastanesine kaldırıldım. 1. klinik Şefi Süleyman Hengirmen tarafından 1 Barsak düğümlenmesi” teşhisi kondu. Hemen ameliyat olmalıydım. Kafamdaki “Numune Hastanesi” imajı hiç de hoş değildi. Bu yüzden beni Gazi Üniversite Hastanesi’ne göndermesi için Doç. Dr. Süleyman Bey’e çok yalvardım. Ama kurallar vardı, olmadı. Bu yüzden; “çocuğunun beğenilmediğini gören bir baba” gibi doktor beyin gönlünün incindiğini hissettim. Oysa çok iyi bir doktordu. Başka kentlerden adını duyup ona ameliyat olmak için gelen hastaları vardı. Ön yargılı davrandığım için beni bağışlamasını isterdim. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Numune Hastanesine gelince; çok şaşırdığımı söylemeden geçemiyeceğim.. Asistan doktorlar güler yüzlü, ilgili, çalışkandılar. Koridor ve odalar her gün siliniyor, tozlar alınıyordu. Odalarda televizyon da vardı.. Yemekler ise mükemmeldi. Ara öğünlerde mevsim meyvaları veriyorlardı. Kalabalıklığı ve ana kapıdaki; hastalara ve hasta yakınlarına sürü muamelesi yapan, onları itip kakan korumaların dışında her şey mükemmeldi. Düşüncelerimdeki o kötü imaj silindi.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ameliyatım başarılı geçmişti ama doktor açıkladı…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Güzel prensesim giderayak bana iyilik yapmıştı. Karnımda sinsice yayılmaya başlayan kütlenin varlığının ortaya çıkmasını sağlamıştı. Güzel kızım, yattığın yerde rahat uyu…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bu kütlenin alınabilmesi için bu kez Gazi Üniversite Hastanesinde yeniden ameliyat edildim. Çünkü artık sevk işlemleri kalkmıştı.. Ama ne yazık ki kütlenin alınabilmesi mümkün değilmiş. Hayatım tehlikeye girebilirmiş.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Şimdi kemoterapi ile eritmeye, içimdeki o canavarı öldürmeye çalışıyorlar.. İnanıyorum ki doktorlar ve ben onu yeneceğiz. El kadar küçük kütle ile mi başa çıkmayacağız yani! Benimle uğraşmak neymiş, görür o canavar!..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bir buçuk ay hastanede kaldım. 1. Kemoterapi yapıldı.. 2. Kemoterapi’den beş gün sonra, yirmi bir günlük ara için eve çıktım. Çok halsizim. Başım dönüyor. Sarhoş gibi sağa sola yalpalıyorum. İyi ki ilk günlerdeki bulantı yok. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">1 Kasım’da yeniden hastaneye yatacağım, 3. kemoterapi için…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> O beş adet kabak çekirdeği’nin değerini öyle iyi anladım ki..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ama bu hastalık insanı, elinde olmadan gelip buluyor… belki de Çernobil olayı etkili oldu. Çünkü bu vak’alar süratle artıyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> * * *<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin-left: 106.2pt; text-indent: 35.4pt;"><b><span style="font-size: 14pt;"> KEMOTERAPİ<o:p></o:p></span></b><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin-left: 106.2pt; text-indent: 35.4pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 14pt;"> </span></b><span style="font-size: 14pt;">3. Kemoterapi için yeniden hastaneye yattım. Daha önce bir buçuk ay yattığım odayı ayırmışlar. O kadar sevindim ki.. Onkoloji hastasının ruh hâlini çok iyi anlıyorlar. Garipsemeyeceğim, yabancılık çekmeyeceğim. Gece yanımda kalması için, bir arkadaşımın yakını gelecek; Semra. Genç bir kız. Edebiyat öğretmeni. Ne yazık ki bu kadar okuduğu halde mesleğini yapamıyor. Çok iyi anlaştık onunla.. Çok sevdim..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Üzerimde yarın başlayacak olan üç günlük kemoterapi’nin gerginliği var. Boynuma yine KATATER, benim tabirimle PRANGA takılacak..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Tekerlekli sandalye ile beni Yoğun Bakım Ünitesi’ne benzeyen bir yere indirdiler. Kaçıncı kata indiğimizi şimdi tam hatırlamıyorum. Ama korkuyorum, çok korkuyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bekleyiş başlıyor..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> On beş dakika, yarım saat, neredeyse bir saat olacak.. gelen giden yok. Bir tansiyon hastasını, gerilim içinde bu kadar bekletmek; olacak iş değil.. Tansiyonumun yükseldiğini, ağzımın kuruduğunu, başımın ağrımaya başladığını hissediyorum..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Aklıma Kurban Bayramları geliyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Tıpkı kurbanlık koyun gibiyim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bayramlarda onları süslerler..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> İnsanlar eğlenirken, onlar bekleşirler. Sonlarını düşünüp anlarlar mı acaba? Eminim hissederler. Hüzünlü meleyişlerinden belli değil mi?.. sonra bıçak altına yatarlar…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> İşte geldiler nihayet!.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Beni yatağa yatırdılar, boynumu açtılar.”-Üzeriniz kan olabilir, örtü koyuyoruz” dediler. Sanki sıradan bir iş yapıyorlardı. Sanki ellerinin altında bir kadavra vardı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> İşlem başladı…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Uyuşturduk” dedikleri boynum acıyordu..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Zavallı koçlar da böyle mi acı çekiyorlardı acaba?Çaresizlik korkunç!.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “Rahat nefes alın” diyorlardı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “Siz benim yerimde olun da, rahat nefes alın görelim.” Dediğimde, moral verecekleri yerde, “-Allah korusun!” cevabını alıyordum. Daha önce iki kez katater takılmıştı. Ama bu kadar acı duymamıştım.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Anestezi az geldi galiba” dediklerinde kendimi “deneme tahtası” gibi hissettim. Katater’i boynumun tam oynak yerine taktıkları için de, her kımıldayışımda acıyor. Çaresiz, kemoterapi süresince buna katlanacağım. Üç gün.. Yani yetmiş iki saat. Bir şey değil. Sen ne acılar çektin Şaika, buna mı dayanamayacaksın!? Dayanacaksın!.. Düşün ki, bütün bu işlemler, tedaviler içindeki canavarın ölmesi için. Dayan! Yeneceksin onu, hem de tek başına! Sen tek tabanca bir cengâversin! Ailelerinin sevgisi, ilgisi, bakımı ile bir hastalığı yenmek marifet değil!.. Yooo! Haksızlık etmeyeyim; bu hastalığı çekenler için o da hiç kolay değil, akrabaları, bakanları olsa bile… Ama kemoterapi’nin etkilerini; dayanacak bir omuz bulamadan yaşamak, ancak çok güçlü insanların harcı.. Demek ki ben güçlüyüm. Evet, ben güçlüyüm!..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> 3. Kemoterapi’nin ilk günü serumlar takıldı, ilâçlar verildi. Her şey iyi gidiyorken birden bulantılar başladı. Yattığım yerde poşetlerin içine, boyuna çıkarıyordum. Köşeye sıkışmış kedi gibiydim. Beni bu hâle getiren ilâcı; tırnaklarımı çıkarıp tırmalamak istiyordum ama, ne mümkün!.. süt dökmüş kediye dönmüştüm. Sonra hemşire hanım geldi, prangamdan bir ilâç yaptı. Midem ters- yüz olmak üzereyken bulantılar kesildi… Gece uykusuz, ama nispeten rahat geçti.. bugün 3. Kemoterapi’nin ikinci günü. Doktorların gelmesini bekliyorum. Onlar gelince prangama yeniden serumlar takılacak.. Önce kokteyl sonra ilâç.. Yine bekleyiş başladı. Haydarpaşa garında treni bekleyişim gibi. Sanki İstanbul’dan Ankara’ya döneceğim…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sevinçliyim.. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Her ne kadar Yahya Kemal; “ Ankara’nın İstanbul’a dönüşünü severim.” Demişse de; ben İstanbullu olduğum halde, Ankara’ya dönüşü daha çok seviyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ben BOĞAZ çocuğuyum. 16-17 yaşlarındayken kız arkadaşlarımla, mayolarımız içimizde; Rumeli Kavağı’ndan, Yenimahalle’yi de geçip Sarıyer’e kadar yürürdük. Hem de dağ yolundan.. MARŞLAR söyleyerek.. Çam ağaçlarından dökülen çam fıstıklarını toplayarak; bağıra çağıra, güle konuşa..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Şimdi ise; bu yaşımızda, yanımızda erkek de olsa, gidemeyiz. Güvenli olmaz.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ah! Ben çocukluğumdaki İstanbul’u arıyor, özlüyorum. Çünkü bu şehir benim çocukluğumun İstanbul’u değil artık..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> İstanbul’da, İstanbul’u bulamıyorum. İşte bu yüzden ben İstanbul’un Ankara’ya dönüşünü seviyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bugün Pazar. 3. Kemoterapi’nin son günü… İlâçlar verilecek. Bunu da atlatırsam, yarın beni 23 Kasım’da dönmek üzere eve yollayacaklar…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Evim, evim; güzel evim!..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Saat 20:15. 3. Kemoterapi’nin son günü bulantısız, rahat geçti.. Kendimi iyi hissediyorum. Dilerim yarın sabah evime gidebilirim…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> * * *<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> <b>DOSTLAR <o:p></o:p></b></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b><span style="font-size: 14pt;"> </span></b><span style="font-size: 14pt;">Yirmi günlük ev istirahatinden sonra 4. Kemoterapi için yeniden hastaneye döndüm. Bana alışık olduğum 1331 Numaralı odayı ayırmışlar yine.. Sağolsunlar.. İlk günüm kan alınması, akciğer röntgeni, kalp elektrosunun çekilmesi ile geçti. “GEÇTİ” kelimesi tartışılabilir. Çünkü kalp elektrosu için gittiğim odada pencereler, Kasım sonu olmasına rağmen açıktı. İçerisi buz gibiydi. “ÜŞÜYORUM” dediğimde; “-Odanın havalanması gerekir” deyip üşümeme aldırmadılar.üstelik soyunup buz gibi yere yattım. Vücudumu alkollediler. Elektrotlar takıldı. Dişlerim soğuktan birbirine vuruyordu. Neyse, sonunda bitti, odama döndüm. Kan değerlerim düşük çıktığı, yani akyuvarlar yeterli sayıda olmadığı için bağışıklık sistemim zayıflamış.. kısa bir süre sonra boğazım ve göğsüm ağrımaya başladı. Üşütmüştüm. Hemşire Hanım bana boğaz gargarası getirdi, ağrı kesici verdi. Bir ara burnumdan oksijen de verdiler. Bu durumda katater yani pranga takılıp 4. Kemoterapi’ye başlanır mı, henüz bilmiyorum. Kalpçi hemşireler beni hasta etti. Onların sorumsuzluğunun cezasını ben çekiyorum. Neyse; ben sorumsuzlardan değil, yazımın başlığındaki gibi “DOSTLAR”dan söz etmek istiyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yemek servisi yapan Gülsen… Ufak-tefek, zayıf bir genç kız. Evlerinin sorumluluğu onun üzerindeymiş. O kocaman servis arabasını iterken, odalara tepsileri verirken yüzü daima gülümsüyor. Belki bedeni zayıf ama kendi güçlü. Hele başıma dikilip: “-Çorba çok güzel. İç hadi iç” deyişi yok mu, bayılıyorum. Gülsen’de bel fıtığı varmış.. O gün belinin ağrıyıp ağrımadığını, adım seslerinden anlıyorum. Ayağındaki ayakkabının topuk sesi; “TAK-TAK, TAK-TAK,TAK-TAK” diye aksediyorsa”-Bugün beli ağrıyor.” Diyorum. Normalde ise “TAK,TAK,TAK” diye aksediyor. Başka türlü anlamam mümkün değil. Çünkü daima iyimser, daima güler yüzlü. Sen bu servise çok yakışıyorsun sevgili Gülsen…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yemek bölümünde yalnızca tatil günleri servis yapan genç Reşit, ne kadar görgülü, ne kadar kibarsın. Sanki lüks bir restoranda servis yapar gibisin. İyi bir eğitim almışa benziyorsun.. Seni yeterince tanımadığım için fazla bir şey yazamıyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Diyetisyen Serpil Hanım, ne kadar ince düşünüşlü, ne kadar zarifsiniz.. İştahsız olduğumu bildiğiniz için her defasında “-Ne istersiniz?” diye soruyor, beni mahçup ediyorsunuz.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Temizlik şirketinin iki elemanına gelince; ben onlar için: “-iki ahbap çavuş” deyimini kullanıyorum. Erden ve Hasan… İlgili ve güler yüzlüler. Her dakika odaları siliyor, toz alıyorlar. Koridorlar bile pırıl pırıl.. Odamın wc- banyo bölümündeki lavabo tıkanıyor; Hasan gelip bütün gücüyle pompalıyor, uğraşıyor, sonra “-Bu açılmıyor” diyor. Erden geliyor; narin elleriyle, iki kere hafifçe pompalıyor, lavabo açılıyor. Hasan sinirleniyor. Erden gülüyor. Ben; <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">“-Şunun ilmini öğren Hasan” diyorum. Ama bir türlü öğrenemiyor. Tatlı tatlı atışıyorlar..Temizlik şirketinin bu iki elemanı ne güzel uyum sağlamışlar bu servise..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Taner Bey de özel servis çalışanlarından. Genç, güler yüzlü, yakışıklı. Odamdaki televizyonun görüntü ayaları bozulduğunda; hiç görevi olmadığı halde, ayarını yapıvermişti. Siz de bu servise yakışıyorsunuz Taner Bey..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Zeynep ve Hacıbey; beni zaman zaman. Akciğer röntgeni, kalp elektrotu, katater takılması için aşağı katlara tekerlekli sandalye ile indiren iki personel.onları da diğerlerinden ayırt edemem. Güler yüzlü ve esprililer. Bazen lüks bir arabadaymışım gibi; “-Teyze sağa sinyal ver, şimdi frene basıyorum, dikkat et” diyerek beni güldürüyorlar. Bana moral veriyorlar.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bu serviste başka görevliler de var ama nöbetleşe çalıştıkları için onları seyrek görüyorum. Bu yüzden gözlemleyemiyor, yorum yapamıyorum. Ama eminim onlar da bu servise yakışıyorlardır.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sekreter Beyhan Hanım.. Sevgili Beyhan Hanım.. Esmer güzeli, zarif, genç bir hanım. Bakımlı ve ince. Onu bankonun arkasındaki yerinde; kâh bilgisayarın başında, kâh evrak incelerken. Kâh hasta ve hasta yakınlarıyla konuşurken görmek mümkün. Ben şimdiye kadar onun boş oturduğunu hiç görmedim. Çalışkan, sorumluluk sahibi ve çözüm üreten genç bir hanım. Bunu da büyük bir tevazu içinde yapıyor. “Alçakgönüllü”lük kelimesini de kullanabilirdim ama, bana hafif geldi.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ya güldüğü zaman! Yalnızca dudaklarıyla değil, kara üzüm rengi gözlerinin içine kadar gülüyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sevgili Beyhan Hanım; siz de bu servisin 24 ayar saf altınlarındansınız.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Beyaz Melekler’e, yani hemşire hanımlara gelince; Gündüz ve gece, nöbetleşe çalışıyorlar. Onlar için: “-Beşi bir yerde altın gerdanlık” deyimini kullanacaktım ama yedi kişiydiler. İçlerinden biri; Hatice Hanım eşinin tayini çıktığı için görevinden ayrılmış. Yolun açık olsun. Sen gittiğin her yerde kendini sevdirirsin Hatice Hemşire.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Şimdi özel servisin altı hemşiresinden alfabetik sırayla söz etmek istiyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sevgili Bedia Hemşire Hanım; güzel yüzlü, güzel gülüşlü genç hanım. Kişilikli bir ses tonu var. Yalnızca sesini dinlemek bile insanda güven duygusu uyandırıyor. Ayrıca sesinin müzikalitesi eşsiz. Ses tonunu tarif edebilmek benim için mümkün değil. Operadaki mezzo soprano, ya da alto soprano gibi az bulunan bir ton. Ayrıca Türkçe’si de çok iyi. Başarılı ve aranan bir seslendirme sanatçısı olabilirdi. Hemşireliği de ses kalitesi gibi mükemmel. Gece nöbetlerinde bile onu yorgun görmedim. Ama Allah yanlış yapanı hışmından korusun.. ücretle gelip hiçbir iş yapmayan bakıcım anlasın diye kapıyı çarpmıştı. Eline sağlık. Benim yapmak isteyip de yapmadığımı o yapmıştı.. İş disiplininizi de, koruyucu yanınızı da hayranlıkla izliyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sevgili Hemşire Bilge Hanım; kendinden kıvır kıvır saçları olan sarışın bir hanım. Onun ilk önce; ara sıra sürdüğü dudak boyası dikkatimi çekti… Bir ruj rengi, bir hanıma ancak bu kadar yakışabilirdi. Çok yüzlerde çok rujlar gördüm. Ama bu kadar yakışanını ilk kez görüyorum. Kâh mahmur, kâh dalgın ve uzaktı.. Nasıl gülümsediğini merak ediyordum. Onu güldürmek için çok uğraştım. Sonunda biraz olsun başardım da. Bir gün küçük kızının üşütüp hastalandığına tanık oldum. Kızı için çırpınıyordu. Doktora göstermek için hastaneye getirmişti. Tesadüfen yanımda beni ziyarete gelen çocuk doktoru Profesör Doktor Ufuk Beyazova vardı. Kızına ve doktora bakışları, ruh hâlini yansıtıyordu.o sevgi dolu bir anne idi. İş hayatı, ev hayatı, sorumlulukları vardı… Hemşire Bilge Hanım; bütün sorumluluklarının üstesinden gelebilecek kadar güçlü ve başarılıydı. Senin bu gücüne hayranım Bilge Hemşire..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Nihal Hemşire! Getirdiği mantıyı yiyip yiyemiyeceğimi merak ederek sınırlı zamanına rağmen başımda bekleyen Sevgili Nihal Hemşire Hanım. İçi hiç tükenmeyen, hiç tükenmeyecek olan sevgi ve şefkatle dolu.. Onu şöyle tarif edeceğim; boylu boslu, balık etinde, güzel yüzlü, güzel gülüşlü bir hanım. Hemşireler için hep aynı şeyi yazıyorum ama, ne yapayım! İçlerinde hiç asık yüzlü, aksi tavırlısını görmedim ki..Sanki seçilmiş de gelmişler bu servise. Ayrıca Nihal Hemşire Hanım azıcık etine dolgun, manken görünüşünde. Üstelik esprili ve şakacı da.. İnsana moral veriyor. İş sorumluluğunu ise anlatmama gerek yok. Hiç birinde aksini görmedim..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Hemşire Neslihan Hanım; hemşireler arasında en ufak-tefek olanı. Esmer, minyon yüzlü. “Sessiz ve derinden” tabirini onun için kullanabilirim. Ender olarak gülümseyen, az konuşan, ama işini tıkır tıkır yürüten genç bir hanım.. Evli mi, bekâr m; bilmiyorum. Çünkü onlara hiç soru sormuyorum. Yalnızca gözlemlerimi yazıyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ben daha önce bir buçuk ay bu serviste kalmıştım. Sonra da her 21 günde bir Kemoterapi için beş gün kalıyorum. Zaman geçtikçe Neslihan hemşirenin de bana dostça yaklaştığını hissettim. İnsan yapısı bu. Ben de yabancılara karşı, ilk zamanlar pek yakın davranamam. Seni anlıyorum Sevgili Neslihan Hemşire Hanım…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sevgili Hemşire Şenay Hanım!<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sizdeki ne ses öyle!.. sanki pınardan akan su şırıltısını andırıyor. Ya gülüşünüz, konuşmanız, içtenliğiniz.. o enerji dolu yürüyüşünüz.!.. çok da güzelsiniz. Evli olduğunuzu sanıyorum. Akıllı bir erkek, mutlaka gönlünüzü çalmıştır. Tam bir kadınsınız Şenay Hemşire Hanım. Size benzemek isterdim… Ayrıca işinizde de; ilgili, dikkatli sorumluluk sahibisiniz…”-Hemşire Şenay Hanım!” diye bir seslenmemle yanımda bitiveriyorsunuz. Neyim olduğunu soruyor, hemen çözüm üretiyorsunuz.. Kataterimden seruma bağlıyken banyo dairesine gitmek istesem, serumun asılı olduğu tekerlekli askıyı ve beni hemen oraya taşıyordunuz.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Dilerim bu güzel yardımseverliğiniz ve enerjiniz emekliliğinize kadar sürer.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sevgili Hemşire Şükran Hanım; sizi diğer hemşirelerden daha geç tanıdım. Çünkü çok uzak görünüşlüydünüz. Odamın kapısında karşılaşsak. Nazik bir gülümsemeyle geçip giderdiniz.zamanla alıştık birbirimize.. size “ BEŞ ADET TAZE KABAK ÇEKİRDEĞİNİN KOKUSU” adlı anı notlarımın girişini, o sınırlı zamanınızda okuttuğum zaman zengin, duyarlı bir iç dünyanızın olduğunu keşfettim. Gözleriniz dolmuştu. Yaşların akmaması için çok çaba harcamıştınız. Üstelik yaşları görmemem için de elinizden geleni yapmıştınız.. Zamanla; birbirimizi tanıdıkça aramızda bir dostluk bağı oluştu. Tansiyonumu ölçmek, ateşime bakmak için uğradığınız o kısacık sürelerde konuşuyor, şakalaşıyoruz… Ama hemşire-hasta ilişkisine gelince hemen ciddileşiyor, sorumluluklarınızı ön plana alıyor,otoriter bir hemşire oluveriyorsunuz. Sizin sözünüzü dinlememek mümkün değil. Siz de arkadaşlarınız gibi güzel yüzlü, güzel yürekli bir hemşiresiniz Sevgili Şükran Hemşire Hanım.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Hepiniz o kadar iyisiniz ki!..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sonra merakım ağır bastı. Yalnızca bana karşı mıydı bu ilginiz, yakınlığınız? Sorunsuz, güler yüzlü bir hasta olduğum için mi? Acaba diğer hastalara nasıl davranıyordunuz? Onlar tarafından çağrıldığınızda ve ateş tansiyon ölçümleri için dolaştığınızda; koridora çıkıp sizleri gözlemledim.. Hasta ya da hasta yakını size seslense hemen koşturuyor, ağır hastalara daha fazla ilgi ve şefkat gösteriyordunuz. Nasıl oluyor da sizler; hem hastalarınızla, hem birbirinizle, böylesine sevgi dolu, dostça bir iletişim kurabiliyorsunuz? Ya seçilip gelmişsiniz, ya da televizyon seyretmeye zamanınız olmuyor. Eğer seyretseydiniz; kavgayı; çatışmayı öğrenirdiniz… <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Yirmi dört ayar altın değerindeki Sevgili Beyaz Meleklerim, sizleri çok seviyorum. Sizler onkoloji hastalarının ilâcı gibisiniz…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Şimdi sıra sevgili dost doktorlarıma geldi ama, onlardan daha sonra söz edeceğim. Çünkü şimdi, sıcağı sıcağına boynuma 4. Kemoterapi için takılacak olan katater’de yaşadıklarımı anlatmak istiyorum. Aslında ameliyat sonrası takılanla birlikte beşinci olacak. Katater’ler takılırken canım biraz yanıyordu ama işlem en fazla yarım saat sürüyordu. Geceliğime bir damla kan bile sıçramıyordu. Ama bu son takılan kâbus gibiydi. Önce bana ameliyat önlüğü giydirdiler. Katateri takacak doktorlar öyle istemişler.sonra beni yine tekerlekli sandalyeye oturtup asansörle alt kattaki küçük bir ameliyathaneye indirdiler. Masaya yattım. Genç bir hanım doktorla, genç bir erkek doktor yanıma geldi. Sanki büyük bir ameliyata hazırlanır gibiydiler.başımı yana döndürüp, üzerime boydan boya bir örtü örttüler. İşte o an çıldırıyorum sandım. Yüzümü örten örtüyü çırpınarak açtım. “-Yüzümü kapatmayın! Yüzümü kapatmayın! Bende aşırı derecede kapalılık korkusu var!” diye feryat ettim. “-Hayır.” Dediler; “-kapatacağız! Aksi hâlde katateri takmayız. Tedaviniz yarım kalır.” Bu bir tehditti. “-kalırsa kalsın.” Dedim. “-Elimde değil. Sizler doktorsunuz kapalılık korkusunun bir hastalık olduğunu bilmeniz gerekir.” Bunu üzerine başım yana dönükken ağzımı ve gözlerimi birazcık açık bıraktılar..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> İşlem başladı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Dakikalar saatler kadar uzuyordu..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Önümüzdeki günlerde Kurban Bayramı vardı. Yine o zavallı kurbanlıkları düşündüm. Çocukluğumdan bu yana hayvanları çok sevdiğim ve onlarla yakın bir ilişki kurduğum için, onları iyi tanıyorum. Eminim Kurban Bayramlarından başlarına geleceği iyi biliyorlardı o yüzden kaçmaya çalışıyorlar, ama yakalanıyorlardı. Onları seyrederken gülen insanların duyarsızlığı beni insanlığımdan utandırıyordu.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ya televizyonlar!? Kaçan hayvanları tekrar tekrar gösteriyorlardı… Televizyoncuların bu görüntüler karşısında güldüğünü düşünemiyorum. San’atla uğraşan insanların daha duyarlı olması gerekir. İyi de; o zaman neden kaçan hayvanların paniğini, kovalayanları, gülenleri tekrar tekrar gösteriyorlar?.. yürekleri nasıl dayanıyor? Sonunda bir ölüm olayı yaşanacak. Hayatta kalmak için çabalayan hayvancıklar çaresiz kalacak. Yere yıkılacak.. boynu ortaya çıkarılacak. İşte tıpkı benim şu anda ki durumum gibi…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Doktor Hanım boynumdaki damarı bulmak için uğraşıyor. Zaman uzadıkça uzuyor.. Bir kurbanlık gibi, çaresizlik içinde yatıyorum. Sırtım ıslanıyor. Galiba terliyorum. Sonunda damar bulunuyor. O durumdayken bile seviniyorum. Ama Doktor Hanım işlemi durduruyor. “-Damar tıkalı. Boynun sol yanından gireceğiz.” Diyor. Birden sabrım ve gücüm tükeniyor. Kriz geçirir gibi ağlamaya başlıyorum. Nedendir bilmiyorum ama , galiba durumum onları korkutuyor. Gidip “Mehmet” adlı bir doktor getiriyorlar. O doktor bey boynumun sol yanından, daha öncekilerde olduğu gibi on- on beş dakikada katateri takıyor, sonra da gidiyor. Hanım doktorla gelen erkek doktor, boynuma altı- yedi dikiş atmaya başlıyor. Canım dayanılmaz derecede acıyor. Yalvarır gibi “-Canım çok yanıyor.” Diyorum. “-Lokal Anestezinin etkisi geçti de ondan.” Diyerek dikme işlemine devam diyor. Canım yanmasın diye uyuşturmak gereğini bile duymuyor. Doktor mudur, teknisyen midir; yoksa kendimi kurbanlık bir koyun gibi hissettiğim için Veteriner doktor mudur, bilemiyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sonra ameliyat masasından yardımla kalkabiliyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yaşıyorum.. Evet, yaşıyorum.. Kurban edilmemişim. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ama o da ne ?.Ben terlediğimi sanıyordum. Oysa her yan kan gölüne dönmüş. Atletim de, yattığım ameliyat masası da kıpkırmızı olmuş.. sanki bütün kanım boşalmış.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ameliyathanede ise iki buçuk saat kalmışım. Aradan yirmi gün geçtiği hâlde, yaşadıklarımı hâlâ unutamıyorum. Zaman zaman asabi bir hıçkırık tutuyor. Gece kâbuslar görüyor, çığlık çığlığa bağırarak uyanıyorum. Kalbim gümbür gümbür atıyor. Duruverecek sanıyorum. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Kemoterapi alan hastalara bu yapılır mı? Üstelik Hipertansiyon hastasıyım da. Beyin kanamasından gidiversem kim sorumlu olacak? “-Hanımın tansiyonu vardı, o yüzden. Vah vah” deyip geçiverecekler belki de, o iki doktor. Hiç mi vicdan azabı duymayacaklar?. Kaçan bir kurbanlığın peşinden koşanlardan ne farkları olacak? İnsan, hastaya karşı biraz duyarlı olmalı. Nerde özel servisin doktorları, hemşireleri!.. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Aradan 21 gün geçti. Sayılı gün, göz açıp kapayıncaya kadar çabuk geçiyor. Yeniden hastaneye yattım..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Kemoterapi için beşinci kez katater takılmasını korku ve gerginlik içinde bekliyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Uzman doktorla, asistan doktor değişmiş. Gidenlerin yerine yenileri gelmiş. Genç asistan doktora durumu anlatıyorum; “-Bu kez öyle olmayacak.” Diyor. Acaba nereden biliyor? Öğrenemiyorum. Yalnızca bekliyorum.. bakalım ne olacak.. Üçüncü kez takılan kataterden yakınırken, dördüncüsü kahretti beni; “-Beterin beteri varmış.” Dedirtti.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Gerginim.. Çok korkuyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sonunda haber geldi… Beni ameliyathaneden bekliyorlarmış… Kapımın önündeki sandalye, bir canavarmış gibi korkunç görünüyor. “-Hadi” dediklerinden cesaretimi toplayıp sandalyeye oturuyorum. Asansörle 3. kata iniyoruz. Bir kapıdan uzunca bir koridora giriyoruz. Sol yanda büyük bir ameliyathane var. Oraya girmiyoruz. Koridorun tam karşısındaki geniş bir salona alıyorlar beni.. Bir köşede yan yana, bitişik konmuş iki yatak, karşı köşede ise; ameliyattan yeni çıkmış, ayılması beklenen bir hanım var. Derin uyuyor. Ne dediği anlaşılmıyor. Sayıklıyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Aşağıdan dosyamın gelmesini bekliyorlar..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bu arada galiba yine tansiyonum yükseldi. Başım ağrıyor. İçten içe bir titreme hissediyorum. Korku çeneme vuruyor; durmadan konuşuyor, geçen defa başıma gelenleri tekrar tekrar anlatıyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Birden hatırlıyorum. Yıllar önce; karlı bir şubat günü, zincir takılmış arabamı kullanarak ilk girişte ehliyetimi almıştım. O zamanki heyecan da, çeneme vurmuştu. Yazılıda 99 puan aldığım bilgileri, yanımda ve arkamda oturan sınav polislerine, noktasız virgülsüz anlatıyor, aynı zamanda uygulamada da gösteriyordum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Şimdi dikiz aynasını düzeltiyorum. Sağımı, solumu, arkamı kontrol ediyorum. Sinyalimi verip, vitesi bire takıyorum.hareket ettikten sonra ikiye alıyorum.”<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Polisler susuyorlardı..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sınav alanı karlıydı. Üstelik arabamla karda hiç çalışmamıştım. Korkuyor ve ağır gidiyordum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Polislerden biri: “-Çok ağır gidiyorsunuz.” “-Çok kar var. Tedbirli olmak gerek.” Dedikten sonra, yine makineli tüfek gibi konuşmaya devam etmiştim:<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Şimdi tali yoldan ana yola çıkıyorum. Sağı solu kontrol edip sinyalimi veriyorum.”<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Tamam.” Diyorlar. “-Kar yeniden başladı. Kayacağız. Başlangıç noktasına dönün artık.”<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Hayır. Park yerine de gireceğim. Nasıl park yaptığımı da göstermek istiyorum. Merak etmeyin, sizi tehlikeye atmam..”<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yanımda oturan hanım polis gülümsüyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Çok soğukkanlı, çok cesursunuz.” Diyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Acaba?..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Şimdi ıslanmış kedi yavrusu gibi titrerken nerde o soğukkanlılık, nerede o cesaret!.. Para vererek de ehliyet alanlar varmış, o dönemde.. Ama ben soğukkanlılığım, cesaretim, tedbirli davranışımla ilk girişte ehliyetimi almıştım. Tabii biraz da çenemle. Su gibi ezberlediğim nazari bilgileri uygulamada da göstererek..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ya şimdi?..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Yakışıyor mu sana! Ayıp! Ayıp!” diye kendimi azarlıyorum. İçimdeki ıslak kedi yavrusu: “-Elimde değil” diye karşılık veriyor..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Acaba beni o büyük ameliyathaneye mi alacaklar?.. Titremem artıyor. Sonunda dosyam geliyor.. İncelenmesi bitiyor. Yüzlerinde maske, ellerinde eldiven olan5-6 hanım doktor geliyor. İçlerinden biri, ikili yatağa uzanmamı söylüyor. Sabahlığımı çıkarıp uzanıyorum. Ameliyat önlüğü giydirmedikleri, yüzümü örtmeye kalkmadıkları için seviniyorum. Yalnızca gözlerini gördüğüm hanım doktor, başımı yan tarafa çeviriyor. Katateri boynumun sağ yanına takmak istediğini anlıyorum. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Ordaki damar tıkalıymış” diyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Sağ tarafa takmakta yarar var. Bir deneyelim.” Diyor… Sakin, yumuşak bir sesle; “-Şimdi uyuşturuyorum.” Dediğinde hafifçe iğne acısını duyuyorum. Damara girmeyi deniyor.. Geriliyorum..”-Sizi fazla üzmeyelim. Katateri sol tarafa takalım.” Zıngır zıngır titremeye başlıyorum. İşleme devam ediyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Titremeyin.”<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-Elimde değil”<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Şakacı bir tavırla, AVRUPA YAKASI’ndaki gibi: “-Biraz sakin olmaya çalışın. Yoksa bana soldan soldan geliyorlar” diyor. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Cevabım: “-Bana da hem sağdan hem soldan geliyorlar.” Oluyor.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> “-İşte bitti! Bu kadar korktuğunuza değdi mi?” diyor. İnanmıyorum, şaka yaptığını, sanıyorum. Ama gerçekten damar bulunmuş, katater takılmış. Hem de on beş dakika içinde.. Üstelik geceliğimde bir damla bile kan yok. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Doktor hanımın yüzünü görmek istiyorum. Maskesini çıkarıyor. Zarif, gülümseyen, çok güzel bir hanım! Yarabbi benim gözlerim mi güzel görüyor, yoksa buradaki doktorların, hemşirelerin hepsi mi güzel!?..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> 5. Kemoterapi için katater takılması bittiği için rahatlıyorum. Altıncısını da dilerim bu hanım doktor takar.adını öğrenmek istiyorum. Nihal Hemşire Hanım söz veriyor, öğrenecek…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Şimdi kaldığım yerden DOSTLAR’ı anlatmaya devam edeceğim..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Artık kemoterapi için 21 günde bir, 4-5 gün hastanede kalıyorum. Bu yüzden belli sürelerde nöbet değiştiren uzman ve asistan doktorları gözlemlemeye yeterince fırsatım olmuyor.. Yalnız söz edemediklerimin ortak yanı; görevlerini ciddiye almaları, çalışkanlıkları, ilgileri ve güler yüzlülükleri..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Acı, buruk bir gülümseme yayılıyor dudaklarıma.. Çünkü ben öyle sanıyor muşum.. Ne yazık ki yanıldığımı şu son günlerde anladım…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ameliyatım sırasında ve sonraki incelemelerde Özel Servis’te bir buçuk ay kaldığım için o dönemdeki asistan ve uzman doktorları gözlemleyip tanıyabilmiştim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Önce onlardan söz etmek istiyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Asistan Doktor Fatma Hanım; makyajsız solgun yüzünüzle azizelere benziyorsunuz.. çok acı çektiğim, ağrılarımın morfinle bile kesilmediği günlerde başucumda gördüm sizi. Elimi tutmuş, gözleriniz dolu dolu; “-Şimdi geçecek, şimdi geçecek” diyordunuz. Sanki benimle birlikte acı çekiyor, acımı paylaşıyordunuz. Sizi üzmemek için güçlü olmaya çalıştım.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Üç aylık evliydiniz. Dilerim eşinizle ve doğacak çocuklarınızla birlikte, kalabalık bir aile içinde sağlıklı, mutlu yaşarsınız. Eminim siz çok da iyi bir anne olacaksınız. Okul çağlarında sanatçı olmak istemişsiniz ama iyi ki doktor olmuşsunuz. Hastalara yaşama sevinci aşılıyor, hayata tutunmalarını sağlıyorsunuz.. Yazarlığı hobi olarak her zaman yapabilirsiniz… Sizinle uzun uzun sohbet etmek isterdim ama öyle yoğun çalışıyordunuz ki. Ama planlı programlıydınız. 8. kattaki Onkoloji servisinde de görev yapıyor, yine de bütün hastalara yetişiyordunuz.. “-İŞİMİZ ÇOK” sözünü sizden hiç duymadım.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bir gün canımın zeytinyağlı taze pırasayı çok istediğinden söz ettiğimi duyup, evinizde pişirdiğiniz pırasayı bir kaba koyup getirmiştiniz. Pırasa acemiceydi ama, sevgi doluydu. İyi bir doktor, iyi bir ahçı olmayabilir. Çok genç. Çok yeni evlisiniz. Yapa yapa öğreneceksiniz. Ben de gençlik yıllarımda zeytinyağlı taze fasulye pişireceğim yerde, zeytinyağlı taze fasulye çorbası pişirmiştim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sevgili Asistan Doktor Fatma Hanım, nöbet değişikliği ile gittiğinizde bir akrabamı kaybetmişim gibi üzüldüm.. Bir hasta olduğumu hatırladım. Siz Onkoloji hastalarına ilâç gibisiniz. İlginiz ve şefkatinizle hayata tutunmamızı sağlıyorsunuz… <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Uzman Doktor Sevgili Ali Osman Bey; çok ciddi görünüşlüydünüz. İlgiliydiniz ama seyrek gülümsüyordunuz. Disiplinliydiniz, vizit saatlerini hiç aksatmıyordunuz. Odama girer girmez babacan bir tavırla; “-Nasılsınız bakalım?” diye sormanız ne hoştu.. Sonra dosyamı inceliyor, hemşire hanımların kaydettiği bilgilere bakıyor, beni muayene ediyor “-İyisiniz, iyisiniz. Çok çabuk iyileşiyorsunuz. Yakında sizi taburcu edeceğiz.” Diyordunuz. Ben de “- İyice iyileşmeden hiçbir yere gitmeyeceğim.” Diye karşılık veriyordum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Zamanla ne kadar esprili ve güler yüzlü olduğunuzu gördüm. Sonra siz de gittiniz Uzman Doktor Ali Osman Bey. Her sabah ve her akşam üstü uğradığınız, dosyamı inceleyip, muayene ettiğiniz, sonra da bana moral verdiğiniz için, gidişiniz; korunmasız kalmış bir çocuk gibi, içimde büyük bir boşluk bıraktı.. Onkoloji sevisine sizde çok yakışıyordunuz.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bu kez yerinize genç bir uzman doktor hanım geldi..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sizden hiç söz etmek istemezdim doktor hanım ama yeri gelmişken söyliyeyim. Siz bu servise hiç yakışmadınız. Buzlu cam gibi bakan gözleriniz, gülmeyen dudaklarınız, güzel yüzünüzü çirkinleştiren asık bir suratınız var.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sabah- akşam alışık olduğumuz vizit saatlerine de aldırmıyor, çok seyrek olarak uğradınız zamanlarda ise; masa üzerinde ki dosyama şöyle bir bakıp, çekip gidiyordunuz..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Hastalara gülümsemek, “-Nasılsınız?” diye sormak sizin için çok mu zor?:<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Uğur Çoşkun Hoca’ya kan sonuçlarımı göstermek ve muayene olmak için gittiğim 8. katta rastlantıyla sizi gördüm. Gözlemleme imkânı buldum. Yine yüzünüz asıktı. Sanki çevrenizdekilere karşı “-Küçük dağları ben yarattım.” tavrı içindeydiniz. Lütfen çok rica ederim, onkoloji hastalarına doktorluk yapmayın siz. Hastaların yaşam tutunma çabalarına dinamit koyuyorsunuz!..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Mükemmel bir doktor olsaydınız, asık yüzünüze belki katlanılabilirdi… Özel Servisten birini eleştirmek istemezdim. Çok üzgünüm…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Size gelince Asistan Doktor Hanım; uzman doktor hanımı kendinize örnek mi alıyorsunuz? Yapmayın lütfen. Sizin yapınız onunki gibi değil. Belki de korkuyorsunuz.. Bilemeyeceğim.. Yalnız plânlı programlı hareket etmediğiniz için, paçasını toparlayamayan ev kadınları gibi yorgun ve perişan; sağa- sola, yukarı-aşağı koşturup duruyor, yine de hastalara yetişemiyordunuz.. İşlevi biten ve boynumu oynattıkça batan, acıtan katateri çıkarmanız ricasında bulunduğumda en fazla beş dakikanızı alacak bir işlem için “-İşimiz çok” diyerek sabahtan akşama kadar beklettiniz beni.. Ayrıca siz hastalara iş gözüyle mi bakıyorsunuz? Yapmayın!.. Kötü niyetli olmadığınızı biliyorum ama, lütfen kendinize iyi yürekli, sorumluluk sahibi doktorları örnek alın. Unutmayın ki Onkoloji hastalarına stres ve üzüntü yasaktır.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sevgili Doktor Uğur Çoşkun Hoca; Onkolojinin doktoru, benim doktorum. Seyrek de olsa uğruyorsunuz. Güler yüzün ve şakacı tavrınızla odam aydınlanıyor… Sizi az görüyorum ama bu ilgisizlikten değil. Hastalığımın seyri ile ilgili her şeyden haberiniz var. Çok nazik, çok mütevazisiniz. Kadife gibi yumuşacık bakışlarınızla insana güven duygusu veriyorsunuz. Beni iyileştireceğinize inanıyorum. Ayrıca 6. Kemoterapiyi yapmayacağınız müjdesini vermeniz de beni çok sevindirdi.. Tabii 30 Ocak’da yapılacak kan tahlilleri ve tomografi’den sonra kesin kararınız belli olacak. İyileşeceğime inanıyorum. Yalnızca dudaklarınız değil, gözleriniz de öyle söylüyor. İlginiz ve davranış biçiminizle de beni iyileştiriyorsunuz.. Onkolojinin üzücü ve yıpratıcı olduğunu biliyorum ama, iyi ki bu bölümün doktoru, hocasısınız. Hastanız olduğum için mutluyum.. Teşekkürler Sevgili Doçent Doktor Uğur Çoşkun Hocam…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Şimdi de Onkoloji ve Özel Servis’le ilgisi olmayan dört doktordan söz edeceğim. Onlardan söz etmeden asla bu anılar tamamlanmış sayılamaz.. Çünkü on üç yıldır süren mücadelemde onların da büyük yeri var. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sekiz yıl önce yumurtalıklarımda ortaya çıkan o canavarı ameliyatla alan Kadın-Doğum Bölümü Öğretim Üyelerinden Profesör Doktor Haldun Güner Hoca beni iyileştirdiniz. Zaman zaman siz uğruyor, durumumla ilgili bilgi veriyor, tahlil sonuçlarını gösteriyorum. Çok yoğun çalışmalarınız arasında yine de bana zaman ayırıyor; güler yüzlü ve ayağa kalkarak beni karşılıyorsunuz.. Çok nazik bir insansınız.. Ama ben de şımarmıyor ve çok oturup zamanınızı çalmıyorum. Sizi her zaman anıyorum Sevgili Haldun Güner Hocam…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ya Pediatri’nin yani Çocuk Bölümü’nün Öğretim Üyelerinden Profesör Doktor Sevgili Ufuk Beyazova!. Gençliğimin ve yedi yıl öncesine kadar can arkadaşım olan rahmetli Sema Cığızoğlu’nun kız kardeşi.. Onun çocukluğunu biliyorum. Şimdi ise Profesör. Tam branşını seçmiş. Öğretim Üyeleri 10. kattaki odası çocuk oyuncakları ile dolu. Şefkatli, sevecen, yumuşacık bir hanım.. Sesiyle bile huzur veriyor. Hastalanmadan önce onu ziyaret ederdim, kontrollerim için Gazi Üniversite Hastanesine gittikçe.. Muayene olurken ağlayan çocuk, hiç görmedim. Şefkatli ve güler yüzlülüğü ile onları nasıl rahatlatacağını iyi biliyor. Yine Profesör olan eşi Mehmet Beyazova ile gece-gündüz o kadar yoğun çalışıyorlar ki, birbirlerine ayıracak zamanları yok. “-Biraz kendinize zaman ayırın. Gezin eğlenin. Sonra yaşlılıkta pişmanlık yaşarsınız.” Diye öğüt veriyorum ama pek de dinlediklerini sanmıyorum. Sabahları Gazi öğrencilerinin derslerinde, öğleden sonra muayenehanelerinde veya konferanslarda, geceleri de bilgisayar başındalar.. bütün bunlar yetmezmiş gibi, bana kutu içinde sebze yemekleri de taşıyor üstelik.. Ayrıca nerdeyse her gün, öğle yemeklerinden fedakârlık edip yanımda oturuyor, tatlı tatlı sohbet ediyor… Suları hiç tükenmeyen kutsal bir şadırvan gibisin, içimi ferahlatıyorsun. Hakkın hiç ödenmez sevgili Ufuk’cuğum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Cerrahi Bölüm Öğretim Üyelerinden Sayın Atilla Engin Hoca; ilk göğüs ameliyatımı 1994 yılında yapmıştınız. Göğsümdeki urun büyük olmasına, biopsi sonucunun iyi çıkmamasına ve göğsümün alınmasına rağmen “-Kemoterapi’ye gerek yok.” Demiştiniz.. Hastaneden çıkacağım zaman da bana bazı hareketler vermiş; “-Dikkat edeceksiniz, bu kolunuzu sivrisinek bile sokmayacak! Ayrıca hastalığınızın adını asla söylemeyecek, aklınızdan bile sileceksiniz.” Demiştiniz.. Sözümü tuttum. Tutmaya de devam edeceğim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Israrla hastalığımın ne olduğunu soranlara; “-Ameliyat sonrası doktorum kemoterapi önermedi.” Diyorum. Hastalığın adını söylemeden de ne olduğu anlaşılıyordu. Sözünüzü dinlediğim içinde; kolumda ve elimde lenf tıkanması, şişme olmadı. O gün bugün; sol göğsümle ilgili hiçbir sorun yaşamadım… Bilmem kaç tane lenf temizlemişsiniz. Müthiş bir ameliyat, müthiş bir başarı imiş.. Ama ne olurdu birazcık güler yüzlü olsaydınız. Nadan ve gönül kırıcı olmasaydınız da, bunca yıllık hastanızı incitmeseydiniz… Her gün kapınızı aşındıran saygısız bir insan olmadığımı biliyorsunuz. Belki altı ayda bir, 2-3 dakika bile süremeyen hatır sormama bile dayanamayıp, beni kovmaktan beter etmiştiniz. Neden böyle yaptınız Atilla Engin Hoca? Bunca yıllık hastanızın neden gönlünü incittiniz? Ama rastlandı sonucu bazı hastalarınızdan ve hasta yakınlarından da duydum; bu haşin tavrınızı herkese karşı takınıyormuşsunuz.. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Neden Atilla Hocam, neden ?!.. Yoksa bu savaşınız kendinizle mi ilgili?.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sonra ; 2006 yılının Aralık ayında sol göğsümden hastalandım. (metastas- sıçrama değil) 5-10 yılda bir bünyem yapıyor..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Size öylesin kırılmıştım ki Gazi Üniversite Hastanesi’nde başka bir profesöre ameliyat oldum. Sol göğsüm de alındı. “-Kemoterapi’ye, hapla tedaviye gerek yok.” dendi. Cahilce; sizin yaptığınız ameliyat gibi sandım.. Ama iki ay geçmeden,cancan kızımın ölümünden sonra, barsak spazmları geçirdim ve karnımda korkunç sancılar başladı. Bulantıyla kusma da… Tomografi sonucu Bağırsak Düğümlenmesi teşhisi kondu. Acilen ameliyat olmam gerekiyordu. Çünkü hayatım tehlikedeydi.. İki gün içinde ölebilirdim. Sol göğsümü alan Gazi’deki profesöre gidip durumu anlattım, tomografi raporunu gösterdim. İsteseydi beni hemen yatırabilirdi. Bu durumda sevk de alabilirdim. Ne yazık ki umursamadı.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Siz olsaydınız asık yüzünüze rağmen hemen beni yatırıp ameliyat ederdiniz. O zaman da 13 yıllık hastanemi bırakıp, benim için yabancı olan hastaneye gitmek zorunda kalmazdım. Bir bakıma iyi oldu. Numune Hastanesi’ni tanıdım. Geçmiş yıllardan kalan, kafamdaki kötü imaj silindi. İki gün sonra da sevk işlemleri kalktığı için; Gazi Üniversite Hastanesi’ne yatıp, karnımdaki kütlenin alınabilmesi için, yeniden ameliyat oldum. O dönemde, yani ameliyatlar sırasında; sol koltuk altımda bir şişlik oluştu. Giderek büyüdü, yumurta kadar oldu. Sonra boynumda da bir, derken iki, ikiyken üç kütle daha belirdi. Beynime doğru ilerlerken karnımdaki canavar için uygulanan kemoterapi bu kütlelere de iyi geldi, kayboldular.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sizin yaptığınız sol göğüs ameliyatım, bunca yıl hiçbir sorun yaratmamışken, öteki profesörün yaptığı ameliyat sonrası, göğsümü ele geçiren canavar, üç ay içinde baş kaldırmıştı. Herkes profesör olabiliyor, herkes ameliyat yapabiliyor ama, bence sizin gibi değil. Ve anladım ki; bazıları için insan hayatının hiçbir önemi yok… Ne olurdu o kadar gönül kırıcı, o kadar sert olmasaydınız da, ikinci göğüs ameliyatım için size gelebilseydim. <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Şimdiki aklım olsa Atilla Engin Hoca; kırılan gönlümü yerden toplar; kapınızın önünde beni ameliyat etmeniz için diz çökerdim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Beni bağışlayın; size kırıldığım için, beni kırdığınız için… Lütfen hastalarınıza karşı biraz yumuşak, biraz hoşgörülü olun. Biraz olsun gülümsemeyi ihmal etmeyin.. İnanın ki bu size huzur verecek, hastalarınıza da biraz moral. Onların gözünde göreceğini minnet duygusu sizi de mutlu edecek… Ne olur, biraz olsun gülümsemeyi öğrenin. Hiçbir şey için geç değil Atilla Engin Hoca…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Radyoloji Anabilim Dalı Başkanı Profesör Doktor Sevgili Sedat Işık Hocam; sizinle nasıl tanıştığımı anlatmadan geçemiyeceğim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> On yıl oldu sanırım… Sigorta; ultrason, tomografi v.s. için hastaları özel laboratuarlara yolluyordu. Bir keresinde bu özel laboratuarlardan birinde bana <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">“-Şüpheli kütle” teşhisi konmuştu. Bir ay sonra oraya gidip yeniden tomografi çektirmem istenmişti.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ortalıkta kulaktan kulağa yayılan bazı söylentiler vardı. Doğruluk derecesi tartışılabilir. İftira da olabilir, bilmiyorum. Güya özel laboratuarlar, sigortadan daha fazla para alabilmek için bu yola gidiyorlarmış. Ben buna pek inanamadım. İnsanların sağlığıyla oynamayı, sağlıkla ilgilenenlere yakıştıramadım ama, yine de elimde olmadan moralim bozuldu.. Yetkili bir ağızdan tomografi soncunun doğru olup olmadığını öğrenmek istedim. Sorup soruşturdum; bana sizin adınızı verdiler Sevgili Sedat Işık Hocam. Gazi Üniversite Hastanesi 1. kattaki odanızı bulup canhavli ile içeri daldım. Makineli tüfek gibi konuşarak derdimi anlatmaya çalıştım: “-Efendim, lütfen beni dinleyin. Ölmekten korkmuyorum. Öleceksem de ölürüm, dert değil. Endişe içinde yaşamaktansa, gerçeği öğrenmek istiyorum. Çünkü kimsem yok. Eğer raporda yazılanlar gerçek ise; gitmende önce bu dünyadaki işlerimi yoluna koymak isterim. Geriye kalacak birkaç günümü de ; gezmek, görmediğim yerleri görmek, yapmadıklarımı yapmak için ayırmak istiyorum. En doğru bilgiyi bana siz verebilirmişsiniz. Lütfen; şu rapora, şu tomografi filmine bakın ve bana gerçeği söyleyin.”<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Çok sakin bir hava içinde dinlediniz beni. Elimden tomografi filmini alıp duvardaki ışıklı panoya yerleştirdiniz. Uzun uzun incelediniz. Sonra raporu okudunuz. Telefonla asistanınızı çağırıp bir ultrason çekmesini söylediniz. Ultrason sonucunu aldıktan sonra “-İçiniz rahat etsin, bir hastalık belirtisi yok.” Dediniz.. Birden nezaketiniz ve hoşgörünüz karşısında; selâmsız-sabahsız odanıza daldığım için utandım; “-Çok özür dilerim, zamanınızı aldım. Lütfen sekreteriniz bana bir yazı versin, döner sermaye veznesine, muayene ücretiniz yatırayım” dedim. Dikkatli, inceler gibi ama yine de çok sakin olarak, yüzüme baktınız. O çok yumuşak ses tonunuzla: “-Sizden para isteyen mi var?!” dediniz. Bir kere daha utandım, yerin dibine girdim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bambaşka bir insan, bambaşka bir doktordunuz siz.. O sakin, o yumuşak tavrınızla paniğimi yok etmiştiniz.. Saygısızlığımın nedenini anlamış, hoşgörü ile karşılamıştınız.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Aradan yıllar geçti. Kontrollerim için hastaneye her gelişimde, beş dakika olsun size uğrar, hatırınız sorardım. Yoğun çalışmalarınıza rağmen bana zaman ayırırdınız. Her zaman candan, her zaman iyi ve naziktiniz. Sonra kalp ameliyatı geçirdiniz. Eşiniz Sevgili Ayşen hanımı arayıp sağlığınızı sordum. “-Geçmiş olsun” dedim. Ayşen Hanım da tıpkı sizin gibi nazik ve iyi idi. Sizin için de hep dua ettim. Artık siz benim dostumdunuz. En zor zamanlarımda yetişiyordunuz. Barsak düğümlenmesi teşhisi konduktan sonra paniklemiş, ne yapacağımı şaşırmış durumdayken bana elinizi uzattınız.. Siz olmasaydınız. Şu an barsak düğümlenmesinden ölmüş olabilirdim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Siz ve sevgili eşiniz; bir konser salonundan bile beni arayıp, sağlığımı sormuştunuz…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Siz artık benim yalnızca dostum değil, aynı zamanda koruyucu meleğimsiniz…Rastlantıyla öğrendim ki siz bütün hastalara, daha doğrusu bütün insanlara yardım etmeyi seviyor ve ediyorsunuz..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Yeniden ve yeniden hastalansam da, Allah’ın izniyle iyileşeceğime, böyle bir hastalıktan ölmeyeceğime; Allah’ın verdiği sayılı nefes tükeninceye kadar yaşayacağıma inanıyorum. Siz ve sevgili eşiniz, dostluğunuz bana güç veriyor. Vâr olun, sağ olun Sevgili Sedat Işık Hocam, benim koruyucu meleğim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> İnanıyorum ki bir gün bu tedaviler bitecek; tomografi , ultrason, kan sonuçları iyi çıkacak ve ben iyileşeceğim. Önce üç ayda bir, sonra altı ayda bir kontrollerim olacak.. Şu anki saçsız başımda gür, dalga dalga, pırıl pırıl saçlar çıkacak.. Sonra?.. Sonrası Allah kerim! 13 yıl önce başlayan hastalık maceram, eğer Allah isteseydi, o ilk yıllarda biterdi ve ben küçücük bir ışık zerresi olurdum evrenin o gizemli dünyasında.. Ama Büyük Allah’ım, yaşamayı çok sevdiğimi, ufacık şeylerle mutlu olduğumu bildiği için; beni yıllar önce öbür dünyaya toptan götürmek yerine, kilo kilo taşımayı lütfetti. Uygun buldu. Şimdi biraz acı çekiyorum ama, buna da şükür. Vücudumdaki hastalıklı parçalar alındıkça ben hafifliyorum.. Acaba bir gün içi boşaltılmış, ilâçlanmış, ebediyen yaşayan daha doğrusu bir gün, yeniden yaşama umudu olan mumyalara döner miyim? Bilemeyeceğim. Bu satırlarıma lütfen gülmeyin. Yaşamayı çok seviyorum , ne yapayım.. Küçücük şeylerden zevk alıyorum. Hastanedeki odamın penceresine konan kuşlara ekmek parçaları vermek, yağmayan yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığını hayal etmek, beni mutlu etmeye yetiyor.. Bu yaşam maceram ne zaman bitecek bilmiyorum. Ama inanıyorum ki bu kez değil, bu hastalıktan değil.. Yeri gelmişken daha önce yazdığım bir şiirimi buraya almak istiyorum. Adı KIRIK- DÖKÜK, ama kendi değil…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">KIRIK DÖKÜK<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Sağlıklı yılları yaşayıp bitirmişim<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Rengârenk yaşantımı, bir yerlerde yitirmişim<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Elim durmuş,<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Şiir durmuş,<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Zaman ise belki dolmuş<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Ve bir BEN, benden öte<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">İçimde unutulmuş..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">HAYAT mı, yoksa ÖLÜM mü; ortasında durduğum,<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Yaşamanın şiirini Sonbahar’da unuttuğum<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Kırık bir sazın tellerinde teselliyi bulduğum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Her soluk alış,<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">“ÖLÜM’le VAROLUŞ”u getirdi sahillerime…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Yine de ben;<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Direngen tırnaklarımda ilâhların gücüyle, <o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Cesurca bakıp gökyüzü derinliğine,<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">“YAŞAMAK ÇOK GÜZEL BE TANRIM!” diyorum,<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;">Gücüm yettiğince..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Şaika Günsel Tuğrul<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Bu yaşama sevincini, hastalıklara dayanma gücünü bana Büyük Allah verdi. Bir ödül olarak.. Böyle olunca da beni bu hastalıktan alıp götüreceğini hiç sanmıyorum…<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Ayrıca; iyileşmem için bana destek olan dostlarım var. Anılarımın girişinde sözünü ettiğim “KİMSEM YOK” sözünü geri alıyorum. Artık dostlar konusunda öyle zenginim ki; kendimi kilolarca kabak çekirdeği yiyecek kadar iştahlı ve sağlıklı hissediyorum. Ama hiçbir zaman kabuklarını yere atıp çiğnemeyeceğim. Sağlık her şeyden değerli… Ve şunu da artık çok iyi biliyorum ki; bu hastalık karşısında insan güçlü olmalı, savaşmayı asla bırakmamalı. Dört elle, yirmi dört elle, dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz elle yaşama tutunmalı..<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Aileden gelen ve ne zaman, kaç yıl sonra neremde ortaya çıkacağı belli olmayan bu sinsi, bu kalleş hastalıkla savaşırken de artık yalnız olmadığımı biliyorum.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Sanırım yakın gelecekte Gazi Üniversite Hastanesi’nden dostların sevgisiyle; bir kez daha iyileşmiş olarak şenliklerle, gönüllerde çalan davullarla, zurnalarla uğurlanacağım. Ama hastanede kalan dostlarımı hiç unutmayacağım. Değerli zamanlarından fazla çalmadan onları ziyaret edip özlem gidereceğim.<o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 14pt;"> Gazi adına lâyık olan; sağlık ordusunun kahraman askerleri, hepinize selâm olsun. Önünüzde saygıyla eğilirim.</span><br />
<br />
<span style="font-size: 14pt;"><b>ŞAHİKA GÜNSEL TUĞRUL</b><o:p></o:p></span><br />
</div><div class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-size: 14pt;">26 Aralık 2007<o:p></o:p></span><br />
</div><div style="text-align: left;"><span style="font-size: 14pt;">Gazi Üniversite Hastanesi Özel Servis</span><br />
</div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/11348147681261678800noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5116483463401092837.post-67354922336855489272009-09-22T21:06:00.000+03:002009-09-22T21:06:42.216+03:00Annem 12-13 Yaşlarındaydım. Bir derse çalışmadım mı, okula gitmek istemezdim. O gece Allah’la pazarlığa girişirdim: “ <strong><span style="color: red;">Ne olur Allah’ım; azıcık ateş , azıcık </span></strong><br />
<strong><span style="color: red;">tatlı bir kırgınlık, yeter… Ağrı falan olmasın ha, canım yanmasın</span></strong>.” Gerçekten de ertesi, sabah hafif bir kırıklıkla uyanırdım. Annem elini alnıma koyar; “-<strong><span style="color: #ff0080;"> Ateşin var. Bugün okula gitme</span></strong>.” derdi. Yastıkları sırtıma yerleştirir; bana bol limonlu, bol şekerli sıcacık bir bardak ıhlamur getirirdi.. Yatakta zevkle gerinirdim. Öğleyin de yine bol limonlu, bol maydanozlu pirinç çorbası getirdiğinde: <br />
“<strong><span style="color: #ff0080;">Üzerine bol karabiber serptim. Bu seni terletecek, soğuk algınlığın terle birlikte çekip gidecek</span></strong>.” Derdi. Sonra önüme arkama havlu koyardı. Gerçekten terlerdim. Annem havluları alır, çamaşırlarımı değiştirirdi. Küçük bir kedi yavrusu gibi ona sokulurdum. Annem alnıma bir öpücük kondururdu. Mırıl mırıl sesler çıkarır, adeta miyavlardım.<br />
<strong>Ah o günler!..</strong><br />
Anneciğim nerdesin? Cennetin hangi katındasın? Seni çok özlüyorum, belki çok yakınımdasın. Ama ben… Ama ben… Alnımda hafif bir rüzgar esiyor.. yoksa sen misin anneciğim, alnıma öpücük konduran?..<br />
<br />
<br />
Yatakta büzülüyorum. Uyumaya çalışıyorum… Ne çabuk öğle olmuş.<br />
Yemek geliyor.<br />
Bakıyorum; çorba, patates püresi,muhallebi.. Hiç birini içim çekmiyor.tepsiyi ayakucuma doğru itiyorum..<br />
Sonra öğreniyorum ki,refakatçilere mantı verilmiş. Mantı bana yasak değil ki. İçimdeki on iki yaşlarındaki çocuk uyanıyor.<br />
Hıçkıra hıçkıra ağlayarak: “ <strong>Mantı isterim! Karnım aç! Mantı isterim</strong>!” diye feryat ediyorum.<br />
Hemşire Hanım koşturarak geliyor. Derdimi öğrenince, şöyle bir yüzüme bakıyor. Sonra çekip gidiyor…<br />
“ <strong>Hah işte, kızdırdım onu</strong>.” diye düşünüyorum. Ama biraz sonra Hemşire Hanım elinde bir tabak mantı ile geliyor. “ <strong>Al bakalım küçük kız.”</strong> diyor. <br />
“-<strong>Yasak değilmiş. Yiyebilirsin</strong>.” Ama yiyip yiyemeyeceğimi merak ediyor olmalı ki, başımda bekliyor.bir tabak mantıyı zevkle mideye indiriyorum… Tatlı bir rehavet çöküyor üzerime. Kıvrılıp yatıyorum. Hemşire Hanım sırtımı örtüyor..Alnımda hafif bir rüzgar esiyor.Hemşire Hanım’a bakıyorum, gülümsüyor.<br />
<strong><span style="color: red;">Gözleri annem gibi sıcacık bakıyor..</span></strong><br />
Huzurlu bir uykuya dalmak üzereyim.<br />
<strong>Göz kapaklarımın içinde on iki yaşlarında bir kız çocuğu, neş’e içinde ip atlıyor…</strong>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/11348147681261678800noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5116483463401092837.post-30530942237789744742009-09-22T21:01:00.001+03:002009-09-22T21:01:41.353+03:00Tüm Dostlarıma Teşekkürlerimle...Sevgili BirMilyonKalem;<br />
Genç arkadaşım Sare, akşam üstü mesajları getirdi. Benim için okuyucular o kadar çok yazı yazmışlar ki, yattığım yerden kalkmak, oynamak geldi içimden.<br />
Ah Şebnem Hanım, asmasının yeşilleneceği, çekirdeksiz üzüm salkımlarının süsleyeceği çardağın altında ben de sizinle çay içmek isterim. İnanın kameriya’ma nazar deydi. Bir yaptırdım, iki gün oturamadan hastalandım. Kem gözlere şiş! Ne diyeyim…<br />
Ben mücadelemi ediyorum Serdar Bey valla inanamıyorum. Ne mücadelesi! Ben ıslak kedi yavrusu gibiyim. Tabiî ki İsveç’i görmek isterdim. Tıpkı tek başıma çantamı omzuma asıp Fransa’ya, İtalya’ya, İsviçre’ye gittiğim, birçok yer gördüğüm gibi. Ama ne yazık ki şimdi burnumun ucunu görecek halim yok. Geleceğime söz veremem. Eğer söz verirsem sözümü tutmak isterim. Öbür tarafa gidersem eğer, sözümü tutacağım derken, sizlerin korkmasına neden olurum anlayacağınız.<br />
Dostluklarınız, mesajlarınız neş’emi yerine getirdi. Bir de şu ağrılar olmasa sivrisinek gibi vız vız! Öf ama! Yeter yahu! Biraz soluk alın be ağrılar!<br />
Ah Münir Bey nasıl izlemeyim televizyonu. O saçmalık dolu bültenler beni öfkelendiriyor. Hırslanıp iyi olmaya çalışıyorum. Baksanıza şu politikacılara. Seksenine geliyorlar, hâlâ meydanlarda turp gibiler. Yattığım yerde hayal kurmak yetmiyor. Ben şu odada olmak yerine dünyaya açılmak istiyorum. Tabi arada bir moralimi bozacak parazitler oluyor televizyonda. Benim televizyondaki favori dizim “BEZ BEBEK”. Bayılıyorum ona.<br />
Sevgili Aykız; ablanızın ve eşinizin bu hastalığı yendiğine çok sevindim. Darısı başıma ne diyeyim.<br />
Küfürbaz küçük Şaika’ya sevgiler ÇOCUK.<br />
Hemen yeni yetmelerin küfürlerini öğrenmeye başlayacağım ki ona cevap verebileyim. Mesela “OHA” dan başlayabilirim. Yoksa bu da mı eskide kaldı.<br />
Admin’e diyeceğim ki bir odanın içinde yalnızca dışarı bakarak, hayal kurarak zaman geçer mi? Dünyaya açılan bir pencere televizyon. Yabancılar da dahil pek çok kanal var. Ve ben çerçeveli olmayan bir özgürlük istiyorum. Filmlerinin ne olacağını ,nasıl biteceğini tahmin edebiliyorum. Müzik ise size alıp götürüyor bir yerlere. Bırakıveriyorsunuz kendinizi. İpin ucu kaçacak, romantizmde boğulup gideceksiniz. Yine en iyisi; arada bir bağıra-çağıra, öfkelene televizyon seyretmek.<br />
Bir milyon yüreğin beni beklediğini söyleyeceğim doktoruma Gülpâre Hanım. Yaşadığınız yerlere benden selam. Neu-Ulm’da iki yıl kaldım. Wolfgang Liebert inşaat bürosunda makine ressamı olarak çalıştım gençlik yıllarımda.<br />
Ulm’un Münster’ini, içinden geçen Dono (Tuna) nehrini, meydanını, şirin sokaklarını çok sevdim. Benim için kiralanan o küçük, ama mobilyalı daireyi hatırlıyorum da… merkezi yerde, iş yerine yürüyerek 10 dakikalık bir mesafedeydi. Büro ise meydana yakın bir binanın ikinci katındaydı. Altında pastane vardı. Sekreter Hanım her öğleden sonra aşağıdan pasta aldırır, çay demler, bizlere verirdi. Bir baş mühendisi, iki mühendis, iki ressam ve bir sekreter olmak üzere altı kişilik bir aile gibiydik. Yalnız bendim Türk olan. Sonra annemi, babamı, ülkemi özleyip, sokaktaki herhangi bir almanı, Türkiye’de evimizin sokağındaki kasaba benzetip “-Niye o değil” diye ağlamaya başlayınca ailem hemen benim geri dönmemi istedi. Ülkeme döndüğüme hiç de pişman olmadım. Yine de güzel günlerdi diyorum.<br />
En genç çağlarımda aileme dayanmadan ayakta kalmak, ama doğru dürüst yaşamak bana bu mücadele gücünü verdi sanırım.<br />
Of çok uzun yazdım. Yine Sevgili Sare derslerinden zaman ayırıp internete geçirecek. Dostlar; azıcık iyi olsam, bir bilgisayar alıp öğrenmeye çalışırım inan ki. ama şu anda mümkün değil.<br />
Sevgili Bir Milyon Kalem; yine uzun uzun yazdım. Yazılarımı düzenlemek umarım Şebnem Hanım için zor olmuyordur. Her şey için teşekkür ediyorum kendisine.<br />
Yine bir şiirimi yolluyorum bakalım bu defa ne diyeceksiniz isyanıma!<br />
“- Bu sen misin? Senden bunu beklemiyordum.” da diyebilirsiniz. Ama ne yapayım insan her zaman sakin olamıyor ki.<br />
Sevgilerimle.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/11348147681261678800noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5116483463401092837.post-61277871310031152772009-09-22T21:00:00.000+03:002009-09-22T21:00:33.241+03:00Dostlarımla Dertleşmek İstedimSevgili BirMilyonKalem;<br />
Yazılarımı okuyan, beğenen, bana mesaj atan, benim için dua eden tüm dostlara selâm olsun. Herkese tek tek cevap vermek isterdim ama, biliyorsunuz ki bilgisayarım yok.<br />
Eğer iyileşirsem…<br />
Ama…<br />
Ağrılarım yine arttı.<br />
Bu ağrılar arada bi tatil yapsa diyorum. Ama yapmıyorlar. Baltalar ellerinde ha babam çalışıyor, ha babam çalışıyorlar…<br />
Ne yazık ki hastalık inatçı. Bende inatçıyım. Acaba hangimizin inadı diğerini yenecek, bilemiyorum…<br />
Yine doktor karar verdi. Bir ay ışın tedavisi göreceğim. Prof. Dr. Müge Akmansu yapacak tedavimi. Dilerim güzel yüzü gibi, güzel sonuç alırız.<br />
Ama yatmaktan sıkıldım artık.<br />
Cancan adlı köpek kızımı alıp, parklarda, çimenler üzerinde koşup oynamak istiyorum.<br />
Oysa gökyüzü gri bulutlarla kaplı. Havada kar kokusu var. İçim daralıyor.<br />
Hatırlıyorum; bembeyaz karlar üzerinde özgürcesine kayak kaymayı da çok severdim Uludağ’da. Ama şimdiki özlemim; çiçek kokulu pembe bir bahar, pırıl pırıl bir güneş, çiçekler, kelebekler. Sıcak bir hava, saçlarımı; şimdi olmayan saçlarımı okşayan meltem…<br />
Hayal kurmak da parayla değil ya!<br />
Yaşamayı seviyorum ve yaşamak istiyorum. Düşlerle olsa bile.<br />
İşte böle bir anda televizyondaki spikerin sesi, yattığım yerde düşlerimi paramparça ediyor.<br />
Sanki marifetmiş gibi, ağız dolusu bir haber veriyor spiker. “Falanca kişi şu hastalıktan ölmüştür. Şu kadar yıl mücadeleden sonra” diye. Öylesine duyarsız, öylesine sıradan ki, bir hayatın devrilip gittiği haberi onlar için. Bu tür haberleri duyunca, her defasında içim burkuluyor. Hastalığımın korkunç adını hatırlıyorum. Oysa doktorum Profesör Atilla Engin, yıllar önce, kaşlarını çatıp, emreder gibi; “ Bu hastalığı aklından sileceksin. Adını bile unutacak, asla o kelimeyi söylemeyeceksin.” Demişti. Hep sözünü dinledim. Hastalığımın adını aklımdan bile sildim.<br />
“- Hastalığın ne?” diye soranlara da “-Ameliyattan sonra kemoterapi gördüm.” Diyordum anlıyorlardı.<br />
Ama ne yazık ki televizyondaki spikerler; “- On yıl mücadeleden sonra” diyerek bana hastalığımı unutturmadıkları gibi, arkasından ölümün geleceğini de pek güzel hatırlatıyorlar.<br />
TRT’de dramaturg olarak çalıştığım uzun yıllarda, yayın ilkelerini dikkat edilir, yayıncılar ve spikerler izleyicileri incitmek istemezlerdi. Her şey öylesine kabalaştı, öylesine duyarsızlaştı, öylesine yozlaştı ki. Söyleyecek söz bulamıyorum… Üzülüyorum…<br />
Televizyonlarda yapılan yemek programları da öyle. Birer lokma tadılan, beğenilmeyip çöpe dökülen yemekler. Hem de onları bulamayan, yiyemeyen, özenen insanlar düşünülmeden… Bizler bu kadar mı düşüncesiz olduk, bu kadar mı görgüsüzleştik! Yarış uğruna, para uğruna yapılmayacak şey kalmayacak bu gidişle.<br />
Milletimin asaletini özlüyorum…<br />
Bizler geldik, gidiyoruz ama yeni yetişenlere nasıl bir Türkiye, nasıl bir dünya, nasıl bir insanlık bırakacağız!?<br />
Düşüncesi bile içimi ürpertiyor.<br />
İşte böyle Sevgili BirMilyonKalem;Biraz dertleşmek istedim sizinle. Biraz içimi boşalttım… Sevgiyle yanaklarınızdan öperim.<br />
<br />
Şaika Günsel TUĞRULAnonymoushttp://www.blogger.com/profile/11348147681261678800noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5116483463401092837.post-43225994660632045202009-09-22T20:59:00.000+03:002009-09-22T20:59:05.854+03:00Benim İçin Dua Edin Dostlar…<div class="date"></div>Bana güç veren ama tanımadığım sıcak yürekli dostlar hepinize tek tek, ayrı ayrı yanıt vermek isterdim.<br />
Ama itiraf ediyorum ki ben bir "<strong><span style="color: red;">Dinazorum</span></strong>". Çünkü bilgisayarım yok ve bilgisayar kullanmayı da bilmiyorum.<br />
Bu satırları telefonda A.Şebnem’e yazdırıyorum.<br />
Şimdiye kadar okuduğunuz yazılarımı ise komşumun üniversite öğrencisi güzel kızı boş vakitlerinde yazdı hepsi bu.. <br />
<br />
İçinizden biri yeni köpeğimi sormuştu bana.. Küçük kızımı Cancanım’ın Cancanı diye seviyorum.. Çünkü o daha çocuk.<br />
<br />
<br />
<blockquote><strong><em><span style="color: red;">Hastalığım tekrarladı.</span></em></strong><br />
<strong><em><span style="color: red;">Ağrılarım arttı pek yemek yiyemiyorum.</span></em></strong><br />
<strong><em><span style="color: red;">Yeni bir dünyaya yolculuğa çıkıyorum.</span></em></strong><br />
<strong><em><span style="color: red;">Şebnem "daha durun bakalım nereye dese de" gidiyorum dostlar.</span></em></strong><br />
<strong><em><span style="color: red;">Benim inancıma göre ruhlar ölmez.</span></em></strong><br />
<strong><em><span style="color: red;">Heyecanlıyım.</span></em></strong><br />
<strong><em><span style="color: red;">Başka bir dünyaya gideceğim.</span></em></strong><br />
<strong><em><span style="color: red;">Orada yazacağım sizlere belki. Hangi kalemle bilemem.</span></em></strong><br />
<strong><em><span style="color: red;"><u>Benim için dua edin dostlar.</u></span></em></strong><br />
</blockquote><br />
Hastalığımla ilgili zor günlerde bana destek olduğunuz için hepinize teşekkür ederim.<br />
<strong>Hepinizi sevgi ile kucakların sağ olun, var olun..</strong>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/11348147681261678800noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5116483463401092837.post-73806282514115225732009-09-22T20:56:00.001+03:002009-09-22T20:56:59.843+03:00Prangalar – 5 ” Kemoterapi “Bir buçuk ay hastanede kaldım. 1. Kemoterapi yapıldı.. 2. Kemoterapi’den beş gün sonra, yirmi bir günlük ara için eve çıktım. Çok halsizim. Başım dönüyor. Sarhoş gibi sağa sola yalpalıyorum. İyi ki ilk günlerdeki bulantı yok. <br />
<br />
1 Kasım’da yeniden hastaneye yatacağım, 3. kemoterapi için…<br />
<strong><span style="color: red;"><a href="http://www.birmilyonfikir.com/agzimda-bes-adet-taze-kabak-cekirdeginin-kokusu/" target="_blank">O beş adet kabak çekirdeği’nin değerini öyle iyi anladım ki..</a></span></strong><br />
<strong></strong><br />
Ama bu hastalık insanı, elinde olmadan gelip buluyor… belki de Çernobil olayı etkili oldu. Çünkü bu vakıalar süratle artıyor.<br />
<br />
3. Kemoterapi için yeniden hastaneye yattım. Daha önce bir buçuk ay yattığım odayı ayırmışlar. O kadar sevindim ki.. Onkoloji hastasının ruh hâlini çok iyi anlıyorlar. Garipsemeyeceğim, yabancılık çekmeyeceğim. Gece yanımda kalması için, bir arkadaşımın yakını gelecek; Semra. Genç bir kız. Edebiyat öğretmeni. Ne yazık ki bu kadar okuduğu halde mesleğini yapamıyor. Çok iyi anlaştık onunla.. Çok sevdim..<br />
<br />
Üzerimde yarın başlayacak olan üç günlük kemoterapi’nin gerginliği var. Boynuma yine KATATER, benim tabirimle <strong>PRANGA </strong>takılacak..<br />
Tekerlekli sandalye ile beni Yoğun Bakım Ünitesi’ne benzeyen bir yere indirdiler. Kaçıncı kata indiğimizi şimdi tam hatırlamıyorum. Ama korkuyorum, çok korkuyorum.<br />
Bekleyiş başlıyor..<br />
On beş dakika, yarım saat, neredeyse bir saat olacak.. gelen giden yok. Bir tansiyon hastasını, gerilim içinde bu kadar bekletmek; olacak iş değil.. Tansiyonumun yükseldiğini, ağzımın kuruduğunu, başımın ağrımaya başladığını hissediyorum..<br />
<br />
<strong>Aklıma Kurban Bayramları geliyor.</strong><br />
<strong>Tıpkı kurbanlık koyun gibiyim.</strong><br />
Bayramlarda onları süslerler..<br />
İnsanlar eğlenirken, onlar bekleşirler. Sonlarını düşünüp anlarlar mı acaba? Eminim hissederler. Hüzünlü meleyişlerinden belli değil mi?.. sonra bıçak altına yatarlar…<br />
İşte geldiler nihayet!.<br />
Beni yatağa yatırdılar, boynumu açtılar.”-<strong>Üzeriniz kan olabilir, örtü koyuyoruz</strong>” dediler. Sanki sıradan bir iş yapıyorlardı. Sanki ellerinin altında bir kadavra vardı.<br />
İşlem başladı…<br />
“-<strong>Uyuşturduk</strong>” dedikleri boynum acıyordu..<br />
<br />
Zavallı koçlar da böyle mi acı çekiyorlardı acaba?Çaresizlik korkunç!.<br />
“<strong>Rahat nefes alın</strong>” diyorlardı.<br />
“<strong>Siz benim yerimde olun da, rahat nefes alın görelim.”</strong> Dediğimde, moral verecekleri yerde, “-<strong>Allah korusun!”</strong> cevabını alıyordum. Daha önce iki kez katater takılmıştı. Ama bu kadar acı duymamıştım.<br />
<br />
“-<strong>Anestezi az geldi galiba</strong>” dediklerinde kendimi “deneme tahtası” gibi hissettim. Katater’i boynumun tam oynak yerine taktıkları için de, her kımıldayışımda acıyor. Çaresiz, kemoterapi süresince buna katlanacağım. Üç gün.. Yani yetmiş iki saat. Bir şey değil. Sen ne acılar çektin Şaika, buna mı dayanamayacaksın!? Dayanacaksın!.. Düşün ki, bütün bu işlemler, tedaviler içindeki canavarın ölmesi için. Dayan! Yeneceksin onu, hem de tek başına! Sen tek tabanca bir cengâversin! Ailelerinin sevgisi, ilgisi, bakımı ile bir hastalığı yenmek marifet değil!.. Yooo! Haksızlık etmeyeyim; bu hastalığı çekenler için o da hiç kolay değil, akrabaları, bakanları olsa bile… Ama kemoterapi’nin etkilerini; dayanacak bir omuz bulamadan yaşamak, ancak çok güçlü insanların harcı.. Demek ki ben güçlüyüm. Evet, ben güçlüyüm!..<br />
<br />
3. Kemoterapi’nin ilk günü serumlar takıldı, ilâçlar verildi. Her şey iyi gidiyorken birden bulantılar başladı. Yattığım yerde poşetlerin içine, boyuna çıkarıyordum. Köşeye sıkışmış kedi gibiydim. Beni bu hâle getiren ilâcı; tırnaklarımı çıkarıp tırmalamak istiyordum ama, ne mümkün!.. süt dökmüş kediye dönmüştüm. Sonra hemşire hanım geldi, prangamdan bir ilâç yaptı. Midem ters- yüz olmak üzereyken bulantılar kesildi… Gece uykusuz, ama nispeten rahat geçti.. bugün 3. Kemoterapi’nin ikinci günü. Doktorların gelmesini bekliyorum. Onlar gelince prangama yeniden serumlar takılacak.. Önce kokteyl sonra ilâç.. Yine bekleyiş başladı. Haydarpaşa garında treni bekleyişim gibi. Sanki İstanbul’dan Ankara’ya döneceğim…<br />
Sevinçliyim.. <br />
Her ne kadar Yahya Kemal; “ <strong>Ankara’nın İstanbul’a dönüşünü severim.”</strong> Demişse de; ben İstanbullu olduğum halde, Ankara’ya dönüşü daha çok seviyorum.<br />
<br />
Ben BOĞAZ çocuğuyum. 16-17 yaşlarındayken kız arkadaşlarımla, mayolarımız içimizde; Rumeli Kavağı’ndan, Yenimahalle’yi de geçip Sarıyer’e kadar yürürdük. Hem de dağ yolundan.. MARŞLAR söyleyerek.. Çam ağaçlarından dökülen çam fıstıklarını toplayarak; bağıra çağıra, güle konuşa..<br />
Şimdi ise; bu yaşımızda, yanımızda erkek de olsa, gidemeyiz. Güvenli olmaz.<br />
Ah! Ben çocukluğumdaki İstanbul’u arıyor, özlüyorum. Çünkü bu şehir benim çocukluğumun İstanbul’u değil artık..<br />
İstanbul’da, İstanbul’u bulamıyorum. İşte bu yüzden ben İstanbul’un Ankara’ya dönüşünü seviyorum.<br />
<br />
Bugün Pazar. 3. Kemoterapi’nin son günü… İlâçlar verilecek. Bunu da atlatırsam, yarın beni 23 Kasım’da dönmek üzere eve yollayacaklar…<br />
Evim, evim; güzel evim!..<br />
Saat 20:15. 3. Kemoterapi’nin son günü bulantısız, rahat geçti.. Kendimi iyi hissediyorum. Dilerim yarın sabah evime gidebilirim…Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/11348147681261678800noreply@blogger.com0